31.01.2010

Rahatlayın ayacıklarım



Shelax'ın blog yazarlarına yolladığı paketlerden ben de ayaklarımın payına düşeni aldım. Yazdığım mailde bunionlarım olduğu için bu rahatsızlığa yönelik ürünlerini değerlendirmemin daha sağlıklı olacağını belirtmiştim ama paketten 1 tane jel ön taban astarı ile arka topuk koruyucu çıktı. Canları sağolsun:)Sitelerinde yazan mağazalara uğrayıp bunion kemik koruyucuyu mutlaka edinmek istiyorum. O ürün sanki benim için yaratılmış:)

Ön taban astarını en çok kayan ve tabanımı rahatsız eden ayakkabımda denedim. Topuklu ayakkabıda bir müddet sonra ortaya çıkan o cayır cayır yanma hissi bu sefer oluşmadı. Arka topuk koruyucuyu abim test etti. Onun da söylediğine göre silikon topuğu koruyup sürtünmeyi önlüyormuş. Bizim aile bu ürünleri test edip onayladı efenim, diğer ürünleri de aranıp bulunacak ve kalite kontrol testlerine devam edilecektir:)

29.01.2010

En yakışıklı aranıyor


Yoğun istek üzerine bu sefer erkekleri masaya yatırıyoruz. Sorumuz basit: Türkiye'nin en yakışıklı erkeği? Bu sorunun cevapları Kenan İmirzalıoğlu, Kıvanç Tatlıtuğ arasında bölüşülecek gibi. Zira hangi dergiyi, gazeteyi elime alsam ikisini görüyorum. Bana sorarsanız, Kıvaç'ı kesinlikle yakışıklı kategorisine sokmam. İnanılmaz "güzel" bir yüze sahip olduğunu düşünüyorum. Kaşı, gözü, burnu, dudakları çizilmiş gibi. Sanki iyi bir şey söylüyorum gibi değil mi? Ama erkeğin böylesi yakışıklı olmuyor ki:) Hatta ne kadar çirkin olursa o kadar yakışıklı olur diye inanan bir kadın grubu olduğunu biliyorum.  Ben o boyutta değilim çok şükür:) Kenan ise bitişik kaşlara, uzun bir burna sahip olmasına rağmen karizmasıyla ezip geçiyor. Öyle değil mi yeğen?:)

Benim için Türkiye'nin en yakışıklısı kimdir? Hmmm, ne desem? Erkek arkadaş da okuyor bu satırları, yazdığım her harf sonra aleyhime delil olarak kullanılabilir:) Günümüz ünlülerinden beğendiğim Tolga Sayışman. Göz yapısı erkek arkadaşıma çok benziyor. (Yazar, bu cümlesiyle bir yandan erkek arkadaşının gönlünü almayı amaçlamaktadır:)) Ama gelmiş geçmiş en yakışıklı, en dalyan gibi, en her Türk kızının rüyası bence Tarık Akan'dır. Eminim hepimizin annesi yazlık sinemada onun Ferit hallerini izlerken bir iç geçirmiştir. Bu yaşında bile hala yakışıklı, hala çok güzel bakıyorken, o gencecik hallerini beğenmemek mümkün mü?

Şimdi oy zamanı. Gönlünüzde hangi aslan yatıyor kızlar:))

27.01.2010

Çilli 1 yaşında:)




27 Ocak 2009... Akşam saatleri... Erkek arkadaş Çilli'ye der ki: "Sen blog okumayı bu kadar seviyorsun. Neden blog açmıyorsun ki?" Çilli: "Ne yazacağım ki? Yazacak bir şeyim yok benim" der. Erkek arkadaş "Aldıklarını yazarsın, yaptığın yemekleri yazarsın, aklına geleni yazarsın işte" der. Çilli'nin de aklına yatar bu blog işi, harıl harıl isim düşünürler. Akıllarına gelen her isim alınmıştır. En sonunda iki ismi birleştirirler ve bingo! Happyandfreckles adı daha önce alınmamıştır. Blogun adı onu en iyi tanımlayan 2 sıfat olmalıdır. Hem mutlu hem çilli... İkisi de aynı kişi...

İlk yazılar sonrası erkek arkadaşın gırtlağı sıkılır. Kimse beni okumuyor, yazacak konularım bitti, kapatıyorum ben blogu diye. Erkek arkadaş "Ben okuyorum ya. Okuyucun değil miyim senin?" der. Kapatma krizi de atlatıldıktan sonra birer ikişer yorumlar gelmeye başlar. Çilli'nin kırılan şevki bir anda tamir olur. Yazılacak konular birbirini izler, ekrana boş boş bakmaların yerini takır tukur klavye sesleri alır, yeni arkadaşlar tanınır, üzüntüler de sevinçler de saçmalamalar da blogda paylaşıldıkça daha anlam kazanır.

Bugün blogumun 1. yaşı. Tam 1 senedir bu blog aleminin Çilli kızıyım. Elbet vardır beni de beğenmeyenler, ıyy gıcık kız diyenler ama ben deli gibi sevildiğimi hissediyorum. Sanki her zor anımda biri sırtıma pıt pıt vuruyor destek vermek için, mutlu olduğumda el ele tutuşup daireler çiziyoruz, soru işaretleri sarmışken beynimi oturup bir masaya kafa kafaya veriyoruz... Öylesine anlamlı öylesine güzel bir paylaşım ki benim için. Bloga her gün giren, iş yerinde gizli gizli ne yazmışım diye bakan, yorum yazan, hiç yorum yazmayan, mail atıp beni sevdiğini söyleyen, beni içten içe seven, 1 yıllık serüvenimin her anına veya bir kısmına tanık olan herkes. Sizi çok seviyorum ve bu blogu iyi ki açmışım, iyi ki sizi tanımış, kendimi tanıtmışım. Umarım bu blog da paylaştığımız güzellikler de daim olur. Mutlu yıllar bize:)

26.01.2010

kariyer.net! pffs!




Bugünkü yazım iş arayacak taze beyinlere nasihat niyetine olsun. Gerçi kriz nedeniyle ya da bahanesiyle doğru dürüst iş ilanı yok ama mevcutlarla ilgili bir iki kelam edeceğim. Şimdi efendim mezun olan gencin ilk yapacağı iş nedir, kariyer.net hesabı açmak. Zorunlu staja sahip bir bölümde okuduysanız bu hesap açma zamanı 2. sınıfa falan denk gelir. Hesap açtıktan sonra başlarsınız tırım tırım iş aramaya. İlk etapta size sadece bir kriteri uymayan işleri dahi elersiniz. Öyle ya siz başvurduğunuz an arayacaklardır sizi. Sonra yavaş yavaş önünüze gelen ilana başvurmaya başlarsınız. Ama o da ne? Telefon çalmaz bir türlü.

Telefon çalmaz çünkü başvurduğunuz ilan reklam amaçlıdır. Telefonunuz çalmaz çünkü firma CV'nize bakmamıştır bile. Telefon çalmaz çünkü o pozisyona çoktan eleman alınmıştır. kariyer.net ile firmalar belirli bir süre ilanı aktif tutma üzerine anlaşırlar. Yani firma ilk hafta aradığı elemanı bulmuş olsa dahi 2 ay tutulur ilan sitede ve biz sazanlar "Aaa tam benlik iş" diye ilana boşu boşuna başvururuz. Bir de kariyer.net yoluyla reklam yapan firmalar vardır. Nasıl bir PR'a sahipse artık bu firmalar sürekli kariyer.net'e ilan vererek kendi tanıtımını yapar ve 2 sene boyunca sürekli olarak aynı pozisyona eleman arar. Ve biz sazanlar yine kanıp bu ilanlara başvururuz. Sonu malum. Çalmayan telefonlar.

Günahını almayayım kariyer.net sayesinde birkaç kez telefonum çaldı. Birinde çok iyi bir firma görüşmek istedi. Bölümü sordum, kimya mühendisinin çalışabileceği bir bölüm söyledi ama pozisyonu söylemedi. Gebze'ye kadar gittim ve görüşme tam tamına 2 dakika sürdü. Girdim, masaya oturdum, "Kendinizi tanıtır mısınız?"dediler her birinin elinde hiç bakmadıkları belli olan CV'm. İTÜ ve kimya mühendisliğini duydukları an mosmor bir suratla "Biz sekreter arıyoruz" dediler. Bu sefer ben sinirden kıpkırmızı oldum, meğer görüşmelere çağıran bayan "sekreterlik" pozisyonu için beni uygun görmüş! Bir diğeri telefon aşamasında tıkandı. Garip sesli bir adam "Biz çamaşır frmasıyız. Müşteri temsilcisi arıyoruz" dedi. Ben doktora yaptığımı belirtince, "Haa olmadı o zaman" diyip kapattı. Ee arkadaşım telefon numaramı aldığına göre CV'mi açtın, hiç mi bakmazsın bu kız neci diye. Sadece fotoğrafımı beğenip mi aradın?

Yani arkadaşlar iş arıyorsanız sadece kariyer.net'e bel bağlamayın. Elbet vardır oradan da iş bulan ama sanmıyorum ki sayıları çok olsun. Siz yine firmaların kendi ik sistemlerini, diğer kariyer sitelerini, kariyer fuarlarını deneyin. Herkesin hayalindeki işi bulabilmesi dileğiyle:)

25.01.2010

Misafir ol gel bana, muffin yapayım sana



Sinangil Unları'nın blog sahiplerine yolladığı bu güzel paketten benim gibi obur, benim gibi yemek düşkünü birine gelmeseydi gözüm açık giderdi. Çok şık bir paketle beraber bu güzel ciciler mutfağımıza konuk oldu. Sırayla hepsini deniyorum. Zaten evimizde hep Sinangil un kullanırdık ama yeni ürünlerini deneme fırsatım olmamıştı. Bu güzel jestleri sayesinde daha önce kullanmadığım ürünlerini de deneme fırsatı buldum. Çok teşekkür ederim tekrar:)



Daha önce evde hiç ekmek yapmamıştım. Tahıllı ekmeği görünce, bir de ekmek yapma makinesi olmadan da fırında yapılabileceğini okuyunca hemen denedim. Yapılışı kolay, pişmesi kolay, kokusu mis, tadı harika. İçindeki ayçekirdekleri inanılmaz bir lezzet katıyor ekmeğe. Sanırım ekmek yapma makinesi çeyizimde yer alacak. Mutlaka:)



Ürünlerden ikinci denemem limon aromalı un oldu. Uydurmasyon bir tarifle elmalı tarçınlı limonlu muffinler yaptım. Hafif ıslak, yumuşacık muffinlerim oldu. Buyrunuz tarifi.

Malzemeler:
-3 yumurta
-1.5 su bardağı şeker
-1 su bardağından biraz fazla sıvı yağ
-Yarım su bardağı süt
-4 su bardağı limon aromalı un (kendinden kabartma tozlu:))
-1 limonun kabuğu
-Yarım limonun suyu
-Tarçın
-2 elma

Yapılışı:

3 yumurtayı şekerle çırpıyoruz. Beyaz, köpük köpük olunca süt, yağ, elenmiş un, limon kabuğu rendesi ve yarım limonun suyunu ekliyoruz. 1-2 dakika daha karıştırıyoruz. Yağladığımız muffin kalıbına karışımı döküp önceden ısıtılmış 220 derecelik fırında 5-10 dakika pişiriyoruz. O sırada elmaları 12 eş parçaya bölüyoruz.  Küçük elma parçalarının üzerine bıçakla çizikler yapıyoruz. Hafif pişmiş muffinlerin üzerine bu elma parçalarını batırıyoruz. Fırında pişmeden koyarsak o sıvı kıvamın içine gömülüp yok oluyor elmalar:) Bir yarım saat daha pişirip fırından çıkınca üstüne tarçın serpiyoruz. Afiyet olsun:)



Bu ölçüyle yaklaşık 20 muffin çıkar. Ben 12lik kalıpta muffin yapıp artanı babama teslim ettim. O da kek karışımının içine hindistancevizi, kuru üzüm ve dilimlenmiş portakal kabuğu ekleyip kendine kek yaptı. Evet, hamarat bir babam var:) Ve evet babacığım, seninki benimkinden lezzetli oldu:))

22.01.2010

Googlelamak!



Google'da kendi adını aratmayan yoktur herhalde? Ya da sevgilisini, eşini? Ben çok arattım vallahi. Hem kendimi, hem sevgilimi, annemi, babamı, abimi... Google vasıtasıyla çok bilgi edindim başkaları hakkında. Mesela benim adımda bir ebe olduğunu öğrendim:) "Tencerem var tavam var Edirneliyim avam var" lafını öğrendim adımı arattığımda çıkan bir sayfadan. Arkadaşlarımın girdiği işleri, evliliklerini, kazandıkları okulları google'dan öğrendiğim oldu. Ama en çok iş görüşmeleri öncesi google'dan faydalandım. -Çilli Hanım, yarın Falanca Filanca Bey ile görüşmeniz var dediklerinde hemen googleladım Falanca Bey'i. Kafamda bir şeye benzetebildim arama sonuçlarına göre. Aynı okuldan mezunsak bir nebze rahatladım, yaşlı biriyse korktum nasıl iletişim kuracağız diye. Peki bu googlelamaya nasıl başladım?

Vakti zamanında erkek arkadaş çok büyük bir firmaya iş görüşmesine gitmişti. Görüşmeyi yapan kızcağız sürekli Boğaziçi ile ilgili sorular sormuş. "Neden orda okumadın?","Oranın mühendislik eğitimi iyi değil mi sence?","İTÜ mü Boğaziçi mi?" Erkek arkadaş da ne düşünüyorsa dile getirmiş. Demiş "Mühendislik eğitiminin İTÜ'de daha iyi olduğunu herkes bilir.Boğaziçi temel bilimlerde çok iyidir." Daaaaaat! Meğer bizim hanımkızımız tam bir Boğaziçi sempatizanıymış! Görüşme sonrası google'da adını aratınca çıkan zibilyon tane Boğaziçi içerikli sonuçtan öğrenmiş olduk:) Görüşme ne mi oldu? Tabii ki olumsuz:)

Diyeceğim odur ki, arayın araştırın soruşturun. Elimizde böyle bir imkan varken, kim necidir, ne yapar, akar mı kokar mı öğrenebiliyorken faka basmayın. I kiss you Mahir devri kapandı, yaşasın I google you devri:)

21.01.2010

Kahkülüm geldi:)



Saçlarımla çok oynamıyorum ama sene de 1 kez bana bir şeyler oluyor. Saçımda bir değişiklik istiyorum. Şimdi işte o zaman. Saçımı 7 senedir boyatmıyorum. Bir kez boyadım bir kere de kına yaktım evde. Ama kendi saç rengimi deli gibi özlediğim için ikisinin sonu da saçımı kısacık, erkek gibi kestirmek oldu. Beyazlarım kafamda parti yapmaya başlayıncaya kadar boyadan uzak duracağım. Kestireyim desem, zaten yeni uzadı. Hem abimin düğünü, kuzenimin düğünü, benim düğünüm (hıı ne nasıl:)) derken saçlarımı kısaltmaya cesaret edemedim. Yoksa nasıl çirkin çirkin topuzlara sahip olabilirim:)

Aradığım değişikliği kahkülde buldum. Biliyorum, kestirince 1 hafta "Ah keşke kestirmeseydim" diyeceğim, o kahkül hep arkaya tokalanacak, rüzgarda uçacak ama sıkıldım saçımdan. En "masum" değişiklik de kahkül. Bu fotoğrafları alıp elime kuaförün yolunu tutmalıyım. Kesin benzetemezler ama olsun şansımı deneyeyim.

Bir de kahkül anım gelsin. İlkokuldayken hep kahküllüydüm, adam olacak çocuk o zamandan belliymiş, birgün saçımdan sıkılıp kahküllerimi kestim:) Sanıyordum ki onları kesince saçım normal olacak. Meğer saçın dibi varmış bir de, dibinden kesince kırpılmış koyun modeli oluyormuş saçlar:) Şimdi de sıkılırsam kahkülden aynı yöntemi deneyeyim bari:)

19.01.2010

Türkiye'nin en güzeli?



Haftasonu maaile otururken gözümüz ekrandaki Elvis Presley klibine takıldı. Klipte düet yaptığı inanılmaz güzellikteki kadını görünce erkek arkadaşım "Türkiye'de bu kadar güzel kadın yok." dedi (ben hariç tabi:P) ve salonda bir anda beyin fırtınası yaşandı. Vardığımız sonuç Türkiye'de çok fazla hem fizik hem yüz güzelliğine sahip ünlünün olmadığı. Etkileyicilik, çekicilik, karizma falan değildi aradığımız bir heykel güzelliğine sahip ünlüleri düşünüp durduk. Hokka gibi bir burun, güzel gözler, güzel dudaklar, güzel bir vücut. Kimi saydıysak bir kusur bulduk.

Hülya Avşar... Iııh güzel değil
Beren Saat... Hoş belki ama güzel değil
Cansu Dere... Ne münasebet!

Ben Bade İşçil dedim, sadece annem oy verdi:) Erkek arkadaşım Nil Karaibrahimgil dedi, yüz güzel ama vücut değil dedik. Arzum Onan sunuldu, herkes hemfikir oldu ama yine de bak bak doyama düzeyinde bir güzel olmadığı fikrine vardık. Yabancıların Charlize Theron, Adriana Lima, Miranda Kerr, Kate Beckinsale'i ile kıyaslanabilecek güzellikte bayanlar aranmaktadır. Oylama başlasın:)

Dexter:(




Dizi karakterlerine çok bağlanıyorum. Seviyorum sanki gerçeklermiş gibi. Michael C. Hall'un bu hali, lenf kanserine yakalanmış olması mideme kocaman bir yumru oturttu. Sanki çok yakın bir arkadaşımın kanser olduğu haberini almış gibi oldum. Çok şükür ki kanser erken aşamada farkedilmiş ve Michael C.Hall tedaviye cevap veriyormuş. Umarım çok çabuk atlatır bu illet hastalığı:( Off gitti yumru giit!

18.01.2010

Fiziki şiddet?Psikolojik şiddet?



Çocukken annenizden dayak yediniz mi? Ben yedim, afiyet de oldu. Annem ki dünyanın en sessiz, en sakin insanıdır nasıl delirttiysem onu çocukken dayanamayıp şaplağı indirmişti:)İyi ki o şaplak olmuş diyorum. Neden mi? Benim yediğim şaplağın sebebi sokakta oynayıp üzerimi kirletmem değildi, kırdığım kristal bardak değildi, ödevimi yapmamam değildi. Yediğim şaplakların sebebi hep saygısızlıktı. Ne zaman bir büyüğe terbiyesizlik yaptıysam, olmadık bir laf söylediysem önce uyarı aldım. Uyarıyı dikkate almadım mı, kaşlar çatık bir konuşmaya maruz kaldım. Hala mı hareketlerim de düzelme yok, işte o zaman şaplağı yedim. Bir de şaplak sonrası bu şaplağı neden yediğimin açıklaması gelirdi. İşte o zaman kötü bir davranışın sonuçları olduğunu, aldığım uyarıları uygulamam gerektiğini anlardım.

Üst kata 2-3 hafta önce birileri taşındı. Sesinden, sürekli pat pat koşturmasından anladığım kadarıyla küçük bir oğulları var. Geçen hafta ders çalışırken 1 saat ufaklığın ağlamasını dinledim. Yaramazlık yapmış ve annesi tarafından odaya kilitlenmiş!! Saatlerce "Özür dilerim anneciğim, aç kapıyı anneciğim" diye ağlayıp durdu. Bir diğer örnek de kendi ailemden. Dayımın eşi de küçük kuzenim yaramazlık yapınca karanlık odaya kilitler sabaha kadar çıkarmazdı. Yavrucak ağlar ağlar, bir müddet sonra da sızar kalırdı.


Anne olmadığımdan ahkam kesemem. Ama çocuğu dövmeyip psikolojik baskıyla eğitmek bence daha beter.  Hani şimdinin anneleri "Çocuğuma bir fiske vurmam" diyor ya, keşke onun yerine "Çocuğuma hiçbir şekilde şiddet uygulamam" deseler. Odalara kilitlemek, yemek vermemek, onunla konuşmamak... Bir fiskenin, bir şaplağın vereceği acının katlarcası acıya sebep olur o yavrunun yüreğinde... Annemden şaplak yedim ama o şaplağı atarken bile beni bir adım kendinden uzaklaştırmadı. Aramızdaki göbek bağı artık bulunmasa da bu yaşa kadar birbirimizin bir parçası olduğumuzu hep hissettim. Onun içi hala acısa da sana nasıl vurabildim diye, için rahat olsun anneciğim ben odalara kilitlenmediğim, sana ağlayarak yalvarmadığım için çok mutluyum.

16.01.2010

Dostlarım...



Pembe kirazcım bana dostluk bildirimi yollamış. Çok teşekkür ederim canım inceliğin için:)

Aslında 10 kişi seçmem gerekiyormuş ama bu sefer oyunbozanlık yapacağım. Şu ana kadarki her mimi, her ödülü birilerine yolladım ama bunu seçip kimseye yollayamam. Çünkü bu bloga her gün girip düşüncelerimi, hissettiklerimi okuyan, vakit ayırıp yorum yazan, bloglara yorum yazmayı tercih etmediğinden sadece okuyan, adsız olan, beni arkadaşıymışım gibi seven, sorularımı yanıtlayan, üzülünce geçer diyen, sevincimi paylaşan herkes bu ödüle layık. O yüzden buralara yolu düşen her kim varsa, bu ödül onlara gitsin:) İyi ki varsınız...

15.01.2010

İtinayla portakal soyulur


Selüliti olmayan, pürüzsüz bacaklı hainler! Sakın bu yazıyı okumayın. Hatta daha da gelmeyin bloga. Gıcığım hepinize:P Şaka bir yana, size de kalbimde yer var tabi ama bugün biz portakal bacaklıları ilgilendiriyor bu yazı.

İlkokul 5. Çilli'nin östrojen hormonu almış başını gitmekte. Boy sınıfın 2. en uzunundan 20 cm daha fazla, genç irisi bir kızcağız. Bir gün aynada kendini inceliyor. Ne de olsa her ay inanılmaz değişiyor vücudu. Poposunu bir sıkıyor, bir sürü çukur. Aklından geçen ilk düşünce "Oleyyy, büyüdüm artık." Büyüdüm sanıyor çünkü annesinde de var o çukurlardan. Yaş ilerledikçe belirginleşen göğüsler gibi bir şey zannediyor o çukurları. Onların çoğalması demek genç kızlığa bir adım daha yaklaşmak demek onun için.

Eee benim saftirik Çillim! Selülit annem onlar selülit. Hani şu bacaklarına yapışıp kalan gitmeyen lanet çukurcuklar. Ne kadar zayıf olursan ol engebeli arazi görünümünde gezmenin sebebi onlar. Hadi ablalara anlat bakayım o çukurcuklarla olan mücadeleni.




Canım ablalarım, kardeşlerim işte görmüş olduğunuz altın şişeli ROC kardeşimiz oluşmakta olan selülitlerin anasından emdiği yağı burnundan getirmektedir. Sabah ve akşam düzenli kullanıldığında bir kışı hiç selülit oluşturmadan ve ayrıca minicik, bıdıkcık selülitleri yok ederek geçirmenizi sağlar. Ama krater derinliğinde, artık bir organınız gibi davranan ana selülitlere bir etkisi olmamaktadır. Ayrıca düzenli kullanımda spor yapmaksızın 2-3 cm incelmeyi de sağlar. Zat-ı muhterem ikili paketlerde satılır ve tüm kış size yeter. Ancak bulunması pek zordur ve bulunduğu takdirde her yer kafasına göre bir fiyat koymuştur. Geçen sene ikili paketini 60'a almışken, bu sene elinde tek kalmış bir parfümeriden 20'ye aldım:)

Ben portakalın yenilenini severim gerisinden hiç hoşlanmam diyenler. Adres belli, soydurun portakallarınızı anacım:)

13.01.2010

Yardım hattı




Blogumu bir kez daha yardım hattı olarak kullanacağım. Zira aklıma takılan, bulmak için delirdiğim bir mevzu var. Durum şudur: Yıllar önce bir arkadaşımdan okumak için bir kitap ödünç almıştım. Daha kitabın yarısındayken ne olduğunu anlamadan bu arkadaş bana küstü ve "al mektuplarımı, ver mektuplarını" durumu yaşandı, kitabı bitiremeden benden aldı. En sıkıcı kitabı bile zorla bitiren, yarım bırakmaktan nefret eden ben bu kitabı taktım kafama bu aralar. Ne yazarını hatırlıyorum, ne de adını. Sadece hikayeyi hatırlıyorum. Sanırım bir de yayıncısını, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkmıştı kitap galiba.

Konusu da şöyleydi. Bir adam trafik kazası geçirir. Gözünü açtığında bir köydedir. Köy kar yağdığında dünyayla bağlantısı kopan bir köydür. Adam hafızasını kaybetmiştir ve kar olduğundan köyden ayrılamamaktadır. Köy halkı adama bir ev ayarlar. Köylülerin arasında boyu 2 metre kadar bir yarım akıllı vardır. Adamımız onunla takılır. Bu uzun boylu köylü adamı alır doğal sıcak suyun çıktığı kaynaklara götürür, orda yıkanırlar. Bir de adam her gece kabus görmektedir. Bu kabuslarda hep aynı kadın vardır ve kadın bebeğini kaybetmiştir. O kadını hatırlayınca hafızasının geri geleceğine inanır. Finito! Kitap burda elimden alınır:)

Şimdi arkidişler, böyle bir kitap okuyan var mı? Nedir bu kitabın adı? Kim yazmıştır? Yapı Kredi Yayınları'nın sitesindeki 828 kitaba baktım ama hiçbiri tanıdık gelmedi bana. Kitap kurdu arkadaşlarımın yardımını bekliyorum:)

12.01.2010

Let the sunshine in!



Sevgili Pollyanna, Pembe Fiyonk, Kirazım, Lokum ve Aslıcım beni gün ışığı ödülüne layık görmüşler. Çok teşekkür ederim kendilerine, öperim yanacıklarından. Ben bu sefer ödülün anlamını tam çözemedim. Günışığı derken?:P Ben bu ödülü kendime göre yorumluyorum ve şu şekilde yolluyorum.

Bu dünyaya gün ışığı gibi doğanlar, hayata ışık saçanlar, umut verenler, tertemiz olanlar. Kimler mi onlar?

Pretty'min Duru'su, Poh poh perimin Lal'i, Gözdeciğim'in Eylül'ü, Çokoprenses'in Ceren'i, Aslıcığım'ın Rüzgar'ı, Kirazım'ın Doruk'u. Asıl günışığı bu melekler:)

11.01.2010

Mehmet Yaşin olmak...



Allahım, eğer yeniden dünyaya gelme diye bir şey varsa bir sonraki hayatımda lütfen beni Mehmet Yaşin yap! Ben de "damak çatlatan bir lezzet", "lezzet şöleni" diyebileyim. Löp diye ağzıma attığım köftenin yağı ağzımın kenarından sızsın. Rize'de yediğim sütlacın pirinci bıyığıma yapışsın. Fırından çıkmış sıcacık Trabzon ekmeğini elimle koparıp yiyeyim. Gittiğim her yer en güzel yemeğini önüme sunsun. Ne kadar salaş yer varsa bileyim, lükslerde gözüm yok. Eğer bu mümkün değilse, şu iştahımı, gecenin bir vakti burulan midemi, olur olmadık zamanlarda hiç bulunamayacak yemekleri isteyen aklımı al benden:)

9.01.2010

Tembel hayvan:)


Nerelerdeyim ben ya? Ne oldu böyle bana? Üzerime ölü toprağını atıp kaçan haini arıyorum 1 haftadır, bulamıyorum. Yazacak konu bulamadım, buldum vakit bulamadım, vaktim oldu öyle yorgundum ki kıpırdamadan yatmayı tercih ettim. Ama nihayet bitti. Bazı anlar yok bu işin sonunu göremeyeceğim, bir sınavda kağıdımın üzerine yığılmış cesedimi bulacaklar desem de finishi gördüm. Şimdi kendime vakit ayırmanın, gezmenin ve tembel hayvan postuna bürünmenin zamanı. Tembel hayvanı bilir misiniz? Benim favorimdir:) Çok takdir ederim kendisini, kariyer hedeflerimi soranlara "Tembel hayvan olmak" diyebilecek kadar idolümdür. Bu zat-ı muhterem adının hakkını öyle verir ki bazen midesindekileri öğütmeye üşendiğinden hazımsızlıktan ölür:) Öyle kıpırdamadan yatar ki üzerini yosun tutar:) İşte gün tembel hayvan olma günüdür. Hakettim ama bunu ben:)

3.01.2010

Elf kütikül kalemi ile manikür derdine son:P


Aslı rica etmişti elf'in cuticle pen'ini yorumlamamı. Fotoğrafları çektim ve hasta oldum:) Kaldı öyle. Hazır kendimi iyi hissediyorken yazıvereyim ürün hakkındaki düşüncelerimi.



Ben açıkçası bu kalemi çok sevdim. İlk aldığımda "Aaa kuru bu, içinden bir şey gelmiyor" desem de birkaç denemeden sonra içinden yağ çıkmaya başladı. Ama öle foşur foşur bir yağ değil:) Nemlendirecek kadar bir yağ geliyor, elinizde yağlı bir his kalmıyor. İçinde tatlı badem yağı, üzüm çekirdeği yağı, avokado yağı ve aloe vera var.


Eğer harap olmuş elleriniz yoksa bu ürün tırnak etlerine çok iyi geliyor. Yumuşatıyor, kütikül oluşumu engelliyor. Ama oluşmuş ve hatta sertleşmiş kütiküllerde etkili olacak bir ürün değil. Benim işaret parmağımın hep aynı yerinde bir sertleşme olur. Ona iyi gelmedi, sadece biraz yumuşattı. Ama diğer parmaklarımda pamuk etkisi bıraktı:)

En çok sevdiğim ise kullanım rahatlığı. Dizi izlerken al eline oynar gibi sür. Manikür tantanası yerini her akşam 5 dakikalık kalem egzersizlerine bıraktı:) Free shipping görünce atıverin alışveriş sepetine kızlar:)

2.01.2010

Cikliyorum:)


Ders çalışmamak için yapılan saçma hareketlere bir yenisini daha ekledim. Twitter hesabı açmak:) Daha önceden verdiğim "ne gereği var ki bunun", "ne yapayım ben twitterı","öff çok saçma" tepkilerine rağmen gayet eğlenceli buldum. Özellikle ünlüleri takip etmek gizlice pencerelerinden bakmak gibi bir şey:) Siz de beni gizli gizli izlemek isterseniz buyrun böyle alalım sizi.