25.02.2010

Ey Türk Gençliği!



Ata'mız bize güvenmiş de hitap etmiş. Her şeyi başaracağımıza olan inancını dile getirmiş. Ancak son günlerde ben gençliğimizden ciddi ciddi şüphe etmeye başladım. Bu dönem 2 laboratuar dersinin asistanlığını yapıyorum. Yaklaşık 60 öğrencim var. Henüz dönem başlayalı 3 hafta olmasına rağmen beni hayretler içinde bırakıyorlar. Bu kadar amaçsız, düşünme yetisini kaybetmiş, birbirinin karbon kopyası gençlere sahip olduğumuza inanmak istemiyorum. Konuştukları konular o kadar sığ ki, bir kez olsun dolu dolu konuşanını görmedim. Ya saçlarının boyasını ya sevgililerini ya da modayı konuşuyorlar. Tamam, bunlar benim de sıklıkla konuştuğum konular. Ama bu 18 yaş grubu "sürekli" bunları konuşuyor. Dip boya ne kadar, hangi kuaför en iyi yapıyor, kim kimin sevgilisini çalmış, ya da Guess çantaların yeni modelleri nasılmış sorun 5 saniye içinde cevap veriyorlar. Ancak çok basit bir formülde verileri yerine koyup sonucu bulmaya gelince iş sadece suratıma bakıyorlar. Altını çiziyorum bunlar mühendislik öğrencisi! Daha birinci sınıflar falan ama çarpım yapmayı beceremeyen insanlardan nasıl mühendis olacak bilemiyorum! Özel üniversitede sadece taban puanı geçip gelen bir sınıfın olduğunun da farkındayım ama bu kadar çoğunlukta olması geleceğe dair beni endişeye düşürüyor. Bazen öyle şeyler soruyorlar ki duymazlıktan gelip başka yöne yürüyorum, hani o kadar saçma ki 2 dakika sonra söylediğinin saçmalığını anlayacak sormayacak diyorum. Yok olmuyor, masama gelip soruyu tekrarlıyor. "Hocam bu termometre ölçüm yapmıyor, bozuk" diyor. Elinde kutusundan çıkarılmamış bir termometre!! "Hocam ben bu formülün çözümünü yapamıyorum. Bir bakar mısınız?" diyor. Bakıyorum, formül şu 8=A/3, burdan A'yı bulması isteniyor! Evet, yapamıyorlar bunu. Düşünmüyorlar çünkü, emeksiz sonuç elde etmeye alışmışlar. Ne isterlerse önlerine sunulmuş, ya da istemeye değer görmemişler birçok şeyi. Aslında hepsi potansiyelini keşfetse zehir gibi çocuklar olur. Ama onlar potansiyellerini saç boyası üzerinde değerlendiriyorlar. Hem kimya mühendisliği okumak niye ki, yakında saç mühendisliği çıkar onda kariyer yaparlar!

22.02.2010

Farina Bella



Uzun zaman önce Kartal Gıda'dan Farina Bella muffin karışımlarını denemem için bir paket aldım. Ancak araya asırlar süren bir hastalık girince deneme fırsatım olmamıştı. Bu haftasonu artık zamanıdır diyip mutfağa girdim. Hemencecik, yarım saatte mis gibi muffinlerim oldu. Yapılışı çok basit. Karışımın içine 2 yumurta, yarım su bardağı sıvı yağ, yarım su burdağı süt koyuyorsunuz. İsteğe göre fındık, ceviz, damla çikolata ilave edip kutudan çıkan muffin kaplarına dolduruyorsunuz. 200 derecelik fırında 20 dakikada pişiyorlar. Üzerini de krem şanti, bonibon vs ile süsleyip afiyetle yiyorsunuz.


Eğer benim gibi pat diye gelen misafirlere verilmek üzere pratik ürünler arayışınız varsa mutfağınızda mutlaka olması gereken bir ürün. Aslında böyle kek karışımlarının tadında bir yapaylık olduğunu düşünürdüm. Ama 1 saat uğraşıp yaptığım muffinlerden lezzet olarak hiçbir farkı yok. Çok zor tuttum kendimi 2.'yi yememek için:)

Farina Bella DiaSA ve Real marketlerinde ve Anadolu Yakası'ndaki Bim'lerde satılıyor. Bir gün karşınıza çıkarsa sakın almamazlık etmeyin:) Obur Çilli bu ürün olmuş diyor:)

18.02.2010

İsmail YK hayranıyım!


Yok yok şaka, değilim:) Ama çok takdir ediyorum kendisini. Tamam çok manasız şarkılar yapıyor, tamam Türkçe'yi katlediyor, tamam klipleri çok komik. Ama adam cidden müzisyen. Bu işi çok iyi biliyor. Facebook'ta dönen bir videosu var. Bir programda birçok müzik aletini çalabildiğini söylüyor. Ki burda benim tepkim "He he evet İsmail" şeklinde olmuştu. Sonrasında önce piyano, ardından bağlama ardından kanun derken verilen her müzik aletini hakkıyla kullanıyor. Bir de biraz mahcup "Ney çalamıyorum ama" diyor. "Şapur şupur beni öp" diye şarkı yapan da o, gerçek bir müzisyen gibi her enstrümanı çalan da o. Aklım karışıyor nasıl olur diye internette araştırıyorum İsmail YK'yı. Diyor ki "Ben de biliyorum iyi şarkı yapmayı, yaptım da. Ama tutmadı, kimse dinlemedi. Ben de o zaman onlara istediklerini veririm dedim, bu şarkıları yaptım. Milyon sattı." Burda durup düşünmek lazım. Bu kadar kötü şarkıların piyasada dolanmasının sebebi kalitesiz şarkıcılar mı kalitesiz şarkılar talep eden dinleyiciler mi? Ben çok dalga geçtim İsmail YK ile, kendimce küçük gördüm onu. Oysa ki madalyonun öteki yüzünde tam bir müzisyen ve piyasanın kodlarını çözüp istediği tarzda şarkı yapabilen biri varmış. Umarım bir gün bu kalitesiz şarkı talebi son bulur da yeteneğini sergileyebileceği bir ortam bulur kendine.

Ey Çilli, hiç düşünür müydün bir gün bu blogda İsmail YK'yı öveceğini:)

15.02.2010

Şükür kavuşturana:)

4 ay! Dile kolay! Benim için nerdeyse imkansız bir süre. Tam 4 aydır hiç pazara gitmedim. Haftaiçi her gün okul, haftasonu ders çalışmak derken çok sevdiğim, biricik pazarlarımdan uzakta kaldım. Ama geçen hafta fışfış akan burnuma ve "Daha iyileşmedin, yat yatağına" diye çıkıntılık yapan mantığıma rağmen kafamı gözümü sarıp düştüm Salı pazarı yollarına. Ve işte ganimetler...

Herhangi bir pazara bir şekilde yolu düşen her Türk kızının mutlaka çakma Adidas eşofmanı olmalıdır:P Bende bir tane vardı, bu ona kardeş geldi. 8 lira. Sweatshirtlerin içine kombi hattı döşemişler herhalde. En sonunda ısındım ve hatta "Off bunaldım" bile dedim. Benim gibi titrek biri için şubat ayında bu cümlenin kurulması mucize. İkisi de 10'ar lira.


Kazak ve yün hırka 10 liragillerden. İkisinin de yün kalitesi çok iyi. Batik ürünlerine benziyorlar. İnce asimetrik hırka Atmosphere ürünü ve tam tamına 5 lira:)

Ve assolisti en sona sakladım. Gördüğüm an gözlerim yuvasından çıktı. H&M payetli ceket! Kendisi bir haftadır salondaki vitrinde asılı. Bakmalara doyamıyorum. Ve bu tatlı hanımefendi tam tamına 10 lira:)

Yok kardişim ben bundan sonra dersti, okuldu, sınavdı dinlemem. Akademik hayatım pahasına her pazar Salı pazarındayım:)

12.02.2010

Çilli küççükkene...



Pofidikşeker'imden bir mim daha gelmiş, hoşgelmiş. Teşekkür ederim canım benim. Ama benim gibi çocukluğunu çok özleyen birine bu yapılır mıydı? Nasıl cevaplayacağım o soruları gözlerim dolmadan bilmiyorum. Böyle duygusal mimler yapmayın karrrdişim:)

Karşınızda ağlatan mim:P

1. İlk maddede mimleyen kişinin adresini vermemiz gerekiyormuş. Pofidik şekerim kalbine girerim:)

2.Çocukluğunuzda anne ve babanızla (ya da aile büyükleriyle) yapmış olduğunuz ve sizi siz yapan şeylere katkısı olan bir olay, bir aktivite, bir eylem… Ve hangi yönünüze katkıda bulunduğu…

Her şey... Bir tanesini ayırıp da işte bu diyemem. Annem-babam çalıştığı için çok kısıtlı zamanlarımız olurdu bizim. O kısıtlı zamanları doya doya yaşamayı bilirdik. Fedakardır benim annem. İş yerinde yemek fişi verirlerdi dışarda yesinler diye. Annem o fişleri haftaiçi kullanmaz haftasonu bizi kebap yemeye götürürdü. Lojmanlarda otururduk biz. Babamın bankası hemen evin altında olurdu. Ben abime kızınca giyer ayak parmaklarımın  öne fırladığı terliklerimi babama kaçardım. Git demezdi, verirdi elime renk renk kalemleri kağıdı oturturdu yanına. O havale yaparken, ben dağ, dere, doğan güneş temalı resimler yapardım:) Abim desem, 8 yaşında ufacık bir çocuk olmasına rağmen ateşler içinde yanan kardeşini kafasında sirkeli sulu bezlerle bekleyen biridir. Ben Allah'ın çok sevgili kuluymuşum ki beni bu aileye yollamış. Ailemle geçirdiğim her gün, her dakika şu an her neysem onun mimarı.

3..Çocukken oynamayı en çok sevdiğiniz oyun ve oyun aparatı?

İp atlamak!! O kadar ip atlamayla sütun gibi bacaklarım olmalıydı ama olamadı:P İp atlama konusunda ustalaşmıştım artık. Daha rahat atlayabilmek için ayakkabılarımı çıkarır mus çorapla atlardım. Eee 1'ler zordu, incecik ipe ayağım girmiyordu ayakkabıyla:) Akşam patatesler dışarda, yırtık pırtık bir mus çorapla dönerdim eve:)

4.Sokakta oynar mıydınız?

Öhöööm:) Oynamak ne demek! Ben sokakta yaşardım:) 12 yaşıma kadar hep ufak şehirlerde oturduk. O yüzden sokak tehlikeli değildi annemler için. Sabah 10'da çıkar gece 12'de girerdik eve. Eve gitmemek için mahalle arkadaşlarımla bakkaldan ekmek alıp yediğimi de bilirim, ağaçların arkasına çiş yaptığımı da:)) Ne kadar olmaz bir şeymiş gibi geliyor şimdi, bir çocuğun ağaçların arasına çişini yapması. Bizim için çok normaldi oysa ki:) İp atlarken "Ayy bekleyin azıcık" derdi birisi, ağaçların arkasına şıırr, sonra atlamaya devam:) El yıkama falan da yok:) Hiç de hasta olmazdık. Enteresan:)

5. Çocukluğunuz ve ilk gençliğinizle ilgili keşke farklı olsaydı dediğiniz bir durum/olay…

Keşke annem çalışmasaydı:( Kaç sene oldu emekli olalı hala doyamadım ona. İlkokuldayken eve geldiğimde o olsaydı keşke, ödevlerimi kontrol edebilseydi, akşamüstü çay içseydik birlikte, beni o yatırabilseydi hep mesaiye kalmasaydı:(

6. Çocukluk ve ilk gençlikle ilgili iyi ki böyle olmuş dediğiniz bir olay…

İyi ki küçük yerlere tayinimiz çıkmış. Sokakta iyi ki çok oynamışım. İyi ki bir oyun arkadaşım, abim varmış...

7. Varsa çocukluk dönemine dair bugünü etkileyen bir olay, anı…

Annemin tolerans gösterdiği her olay. Abim de ben de çok yaramazdık. Kırar dökerdik her yeri. Haklıydık ama tüm gün evde canımız sıkılıyordu. Annem bir kez olsun bir şey demedi bize. Bir kez olsun kızmadı. Annemin  o toleransına, dünya malına önem vermemesine, yok yere kalp kırmamasına hep hayran kaldım. İlerde ne mi olmak istiyorum? Annem olmak istiyorum...

Bu duygusal mimi kimler ister? Ben Juve'me, Nazo'cuğuma ve Sochic'e gönderiyorum.

11.02.2010

Teknolojik çöplük!



Hastayken yattığım yerden yapabilecellerim çok kısıtlıydı. Saçma TV programlarından sıkıldığım bir an telefonumu incelemeye koyuldum. İlk telefonum 2001 yılında annemlerin doğum günü hediyesiydi. O gün bugündür tek hat kullandım, telefon numaram TC kimlik numaram gibi oldu:) 9 yıl boyunca telefon kartımın hafızasını doldurmuşum da doldurmuşum. Hiç silmemişim numaraları. Açtım rehberi A harfinden başladım. İlk başlarda iyi gidiyordu, sonra birden "Bu kimdi? Burak kim ya? Bunu niye kaydetmişim ki?" demeye başladım. Liseden suratını hatırlamadığım arkadaşlar, dersane arkadaşları, üniversitenin ilk senesindeki herkesle tanışma niyetinden nasiplenenler, yurttakiler, ehliyet kursundakiler, stajdakiler, işyerinden arkadaşlar, master arkadaşları.... Off yazarken yoruldum. Bir de ciddi ciddi tanımadığım insanlar var! Ad-soyad olarak kaydedilmişler. Herhalde ya bir doktor ya da bir hoca falanlar. Bir yerde görüp kaydedivermişim hemen. Peki ben telefonumu kullanarak kaç kişiyi arıyorum? 6! Diğer numaralar kalabalık yapmaktan öteye gitmiyor.

Aynı şey mail adresim için de geçerli. Hatta daha şenlikli kontak listem. Bu sefer işin içine makale için yazıştığım Koreliler, Japonlar, yurtdışı master programı yetkilileri, hizmetinden yararlandığım firmalar, insan kaynakları yetkilileri giriyor... Telefonum da mail kutum da yüzünü dahi bilmediğim insanlarla dolup taşmış. İnsanlar hayatıma girmiş çıkmış, bazıları 10 dakika ilgilenmiş adımla, bazısı okumadan silmiş yazıklarımı... Birbirimizin hayatına dokunmuşuz bu teknolojik çöplükte. Andy Warhol "Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak" demiş ya, ben de diyorum ki bir gün herkes 15 dakikalığına birbirinin hayatına girecek!

9.02.2010

Çanta karıştırmaca volume 2

Pofidiğim çok önceden yollamıştı bana bu mimi ama araya hastalık girince anca yazabiliyorum. Geçen sene yapmıştım bu mimi ama kız çantası bu, içindekiler günden güne değişiyor. İşte karşınızda 2010 model Çilli çantası:


Kendisi heybe kıvamında olup içine her şeyi alır. Bazı günler elime içine attığımı dahi hatırlamadığım şeyler gelebiliyor:) Mesela 2 diş fırçası birden çıktığı oldu:) Hadi diş fırçasını anlıyorum da neden 2 tane bilmiyorum:))

Şimdi gelelim çantanın içindeki ıvır zıvırlara:



1. Tezim için toparladığım makalelerin, tezlerin olduğu dosya. Kendisi ne kadar eğlenceli gözükse de içindekiler çok can sıkıcı:( Asistanı olduğum dersin föyü, ajandam ve Ariş kataloğu! Bakın sonuncusu hakkında yine bir fikrim yok:)

2. İkisi aynı marka 4 kağıt mendil! Burnum akıyor demiştim di mi size:)

3. İki pastil, bir naneli, bir portakallı şeker.

4. Yıllardır değiştirmediğim cüzdanım. Parçalanmaya başladı ama sevdiceğin hediyesi diye değiştirmeye kıyamıyorum.

5. Antibakteriyel jel. Domuz gribi tantanası sağolsun, toptan paranoyak yaptı bizi:)

6. Törpü.

7. Anahtarlarım ve yedek akbilim.

8. Bir Stila bir Golden Rose ruj. Stila hiç çıkmaz zaten çantamdan, en sevdiğim, en favori rujum.

9.Cevşen. Olmayınca rahat edemiyorum. Çantam değişse bile cevşenim hep benimle.

10. Telefonumun Hello Kitty'li kabı ve kulaklığım. Kabın ön fermuarında da Neutrogena dudak nemlendiricisi var.

11. Elim için Arko, burnum için Bepanthene:)

12. Giriş kartları ve akbil.

13. Ayna ayna söyle bana var mı benden çilli bu dünyada:)

14. Çeşit çeşit kalem, silgi. Cam kalemi, tükenmez siyah, tükenmez mavi, kurşun, renkli...

Ahanda geldik mim şutlamaya:) Ay vay ben yapmıştım demek yok, 2010 versiyonunu yapıyoruz bu mimin:) 

Annelikten sonra çantası ne hale geldi merak ettiğim Pretty,

Çanta karıştırmaca başlasın:)

8.02.2010

Bi yürü git farenjit!



Blogda pek çaktırmadım ama 1 haftadır sürünüyorum. Boğazımda hafif bir ağrıyla başlayıp nefes alamamaya kadar coşan bir hastalık geçirdim. Farenjitmiş adı. Daha önce hiç olmamıştım. Zaten risk grubunda bile değilmişim. Sigara içenleri, klimalı ortamda çalışanları ve öğretmenlik gibi sürekli konuşmak gerektiren meslek sahiplerini bulurmuş bu lanet şey. Benim tek hatam soğuk havada ağzı açık ayran delisi gibi ağzımdan nefes almakmış. Hastalıktır olur, bu sene beni fazlaca buldu ama neyse dedim ve doktora gittim. Doktor Bey yaklaşık 2 dakikalık bir görüşme sonucu bir sürü ilaçla beni eve yolladı. İşte film burda başlıyor...

Ben "Oh iyileşeceğim sonunda" diye ilaçları mideye hüplettikçe durumum ağırlaştı da ağırlaştı. İnanılmaz mide ağrıları, sürekli kusma isteği ve uyuyamama! İşte en fecisi de oydu. 3 günde toplam 10 saat uyudum! Sabaha kadar öksürük krizi ve nefes kesintisiyle TV izledim. Sonra dank etti kafama! Yan etkiler! Maalesef "çok nadir olarak" ibaresiyle yazılan yan etkileri bünyemde barındırmak gibi bir huya sahibim. Daha önce bel fıtığı tedavisinde kullandığım bir ilaçta yazan "çok nadir olarak geçici körlük vakalarına rastlanmıştır" yazısı bana 10 dakikalık körlük olarak geri dönmüştü. Bu sefer de soğuk algınlığı ilacında yazan "uykusuzluk ve ülsere sebep olabilir" uyarısı gerçekleşti bedenimde. Bunu farketmemle ilacı kesmem ve koca karı yöntemlerine başvurmam bir oldu:)

Buraya yazayım da bu hastalıktan çekenler faydalanır belki. Boğazdaki rahatsızlık için adaçayını kaynatıp soğuttum ve gün içinde sıklıkla onunla gargara yaptım. Vicks burharlaşan kremi sıcak su koyduğum kaba 1 çay kaşığı koyup, kafama da bir battaniye atıp buğusunu soludum. Pammık gibi yaptı boğazımı:) Farenjitin en önemli sorunu olan öksürüğe dayanabildiğim kadar dayandım. Bu bir kısır döngü, öksürdükçe boğaz tahriş oluyor, tahriş oldukça daha fazla öksürüyorsunuz... Öksürme isteği geldikçe su içtim ve ekmek kabuğu kemirdim:) Şu an fışfış akan ve yara olmuş bir burun kaldı sadece. Bu halime şükürler olsun, hiç olmazsa uyuyabiliyorum. Bir daha uğramaz umarım bana bu illet!

Foto: Wikipedia

5.02.2010

Huu, kış bitmedi daha!



Acaba diyorum bahar geldi de benim mi haberim yok? Ben yere baktığımda kar görürken başkaları çiçekler, çimenler falan mı görüyor? Rüzgarın uğultusı yerine kuş cıvıltıları mı duyuyor diğerleri? Mevzu basit: Palto arıyorum! Mont değil, deri ceket de değil, trenchcoat hiç değil. Bildiğimiz gocuk yahu:) Böle pufiş pufiş, sıcacık tutan, popomun donmasını azaltan bir şey. Anadolu Yakası'ndaki nerdeyse tüm alışveriş merkezlerine gittim. Bir tanesinde bile olmaz mı? Yok işte. Herkes cıvıl cıvıl bahar sezonunu açmış. En yünlüsünden palto ararken karşıma çıkan kısacık şortlar, tiril tiril bluzler içimi üşütüyor. Tamam, moda denen şey iyidir güzeldir severim de ama birazcık makul olun kuzum. Şubat ayında, yerde kar varken yeni sezonu yüksek fiyattan kakalamak için ne diye depoya kaldırırsınız paltoları? Zatürre olursam dava açacağım hepinize. Artık tek ümidim pasajlar ve ufak butikler. Hadi Terkos Pasajı, göster güzelliğini annem:)

Foto: Yesstyle

4.02.2010

Sevdicek şımartma aracı: Bonny Food


Bonny Food'u geçen sene bizim arka sokaktaki dükkanlarını görünce keşfetmiştim. O zamanki tepkim mahallenin pencereden ayrılmayan, her geçen hakkında yorum yapan teyzesi kıvamındaydı. "Tutmaz bunların yaptığı iş, kapanır 1 aya kalmaz" demiştim. Meyve aranjmanı yapıyorlardı işte, nasıl bir yaratıcılık olabilirdi ki bunda. Beni öyle utandırdılar, yaratıcılıklarıyla kendilerini öyle ispat ettiler ki. Şimdi mahallemin gurur duyduğum markası haline geldiler:)

Sevdicek yeni işe başlayınca Bonny Food'tan güzel bir aranjman yolladım. Gül şeklindeki keklerden harika bir sepet. Siparişimi verdikten yarım saat sonra telefonum çaldı. İş yeri Gebze'de olduğundan teslimatın 1 gün sonra yapılabileceğini bunun benim için sorun olup olmadığını sordular. İyi çalışan müşteri hizmetleri! Bünye alışık değil tabi, önüme gelene anlattım böyle böyle oldu yarım saat içinde aradılar diye:) Ertesi gün kurye ile göndermişler sepeti. Sevdicek gelene kadar yarım saat beklemiş kurye. Öyle danışmaya bırakayım çekip gideyim dememiş.

Sepeti gören sevdiceğin yaşadığı mutluluk akşam görüştüğümüzde hala yüzündeydi. Çok hoşuna gitmiş:) İş arkadaşları anlamamış ilk başta ne olduğunu. Alın yiyin diyince şaşırmışlar:) Çiçek sanmışlar. E yani hakları da var, aynı gül gibi duruyor kekler. Akşam ben de test ettim kekleri, kesinlikle tadları harika. Yumuşacıklar.

İyi ki Bonny Food'u seçmişim. Hizmetlerinden de ürün kalitesinden de son derece memnun kaldım. Bundan sonra daimi müşterileriyim. Eğer siz de sevdiğinize güzel bir sürpriz düşünüyorsanız adres Bonny Food. Unutmayın, erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer:) Bonny Food, sevdiğinizi şımartmanın en tatlı yolu! Böyle de sloganlı bitiririm yazıyı:)

Not: Diğer güzel Bonny Food izlenimleri için Yass'a ve Nazo'ya uğrayın derim:)

3.02.2010

Eti Cin Kek: Budur!


Ah nasıl aradım seni bir bilsen... Carrefourlara mı bakmadım, Tansaşlara Migroslara mı gitmedim. Ama yok yok yok. Reklamlarını gördükçe sana olan isteğim daha da arttı. Yumuşacık kekini, portakallı jöleni hayal edip durdum. Sonra bir gün mahalle marketi diyebileceğim bir yerde çıktın karşıma. Çıldırmışçasına 4 paket aldım.



Paketini açtığım an burnuma doldu mis gibi portakal kokun. Elime aldığımda senin kekinin yumuşaklığına gömüldü parmaklarım. İlk ısırığı aldığımda tanıdığım bildiğim Eti Cin'in tadı nüfuz etti damağıma. Ama o kekinin yumuşaklığı, o ağızda dağılışı, o jölenin yoğunluğu, lezzeti... Budur dedim yaa, kekte son nokta budur. Her çayımda yanımda sen olasın, abur cubur çekmecemden hiç eksik olmayasın, portakal kokulu günler geçirelim birlikte. Sevdim seni ben:)

1.02.2010

İnan,olsun!



2007'de mezun olduğumuzda erkek arkadaşımın çalışmak istediği tek bir firma vardı. Ama firma çok büyüktü, çok zorlu bir alım süreci vardı, yurtdışında okuyanları alıyordu işe... Erkek arkadaş da fena değildi hani. Bir gıda mühendisliği, bir kimya mühendisliği diploması, alınmış dereceler, ödüller... Ama olmadı, yetmedi bunlar o firmaya girmeye. O da "napalım kısmet" dedi ve istemediği bir firmada çalışmaya başladı. Sonrasında "hadi askere gideyim bari" diyip uzaklaştı sahalardan. 6 ay sonra döndüğünde o firma aramıyordu onu. Ama napsın, gönlü onu istiyordu. "Hadi kendimi biraz daha geliştireyim, yüksek lisans yapayım" dedi. Yaptı da. Sonra bir gün telefonu çaldı sevdiceğin. O firmaydı! Görüşmeler birbirini izledi, sınavlara girdi. Sürekli aklında "Ya bu sefer de olmazsa" şüphesi... Ama içinde 2.5 senedir hiç solmamış bir istek, bir umut...

19 Ocak günü sabah uykudayken çaldı telefonum. Sevdicek "Kabul edildim" diyordu. 2.5 senelik umudumuz mutlu sonla sonuçlandı. Sadece bir firma diledi yürekten... Yüzlerce firma arasından sadece bir firma... Ve bugün o firmada çalışmaya başlıyor benim canımıniçi. İnandı, temiz kalbiyle istedi ve avuçlarında buldu istediğini. Hayatımızda yeni bir sayfayı yine birlikte açtık canımıniçi. Hep başarılar, mutluluklar yazarız umarım bu yeni sayfaya. Sen bu dünyadaki en güzel mutluluklara layıksın bitanem. Hani sen neye inanıyorsan oluyor ya, bize de birlikte güzel bir ömür dile e mi?:)

Foto: Believe