31.03.2009

Adaletin bu mu dünya?


Baharın gelmesiyle, kuşların cıvıldama partileri düzenlemesiyle, her tarafın binbir renk çiçekle bezenmesiyle işlerin yoğunlaşmasının aynı zamana denk gelmesi adalet midir? Çimenlere oturup güneşte ısınmak dururken bir toplantı odasına tıkılıp makale tartışmak için ne günah işlemiş olabilirim? Siz işlerini halledip hava kararmadan kendini dışarıya atabilenler benim için de çiçek koklayın e mi?

30.03.2009

Erkek bebek moda ikonu: Zuma:)


Kız bebek takıntılı bir arkadaşım var. Hayatındaki en büyük amacı bir kız bebek doğurup onu süsleyip püslemek. Neden erkek istemediğini sorduğumda cevabı "Ama onları güzel giydiremiyorsun. Kız bebeklerin elbiseleri çok güzel" olmuştu. Benim de ona cevabım Zuma'nın fotoğrafları olsun. Demek ki erkek bebekler de gayet güzel giydirilebiliyormuş, yeter ki insanın niyeti olsunmuş.


Bu tombik, selülitli bacaklar da bonus olsun. Tam yemelik:)

Fotoğraflar: JustJared

29.03.2009

Haftasonu özeti

Son aylardaki en rahat, en tasasız, en keyif dolu haftasonunu geçirmiş bulunuyorum. Gezmiş tozmuş, alışveriş yapmış değilim. 2 gün de evdeydim. Herhalde evde yapacak bir şeyim olmadan oturmayı özlemişim ki çok iyi geldi. Tabii çıkıp oyumu kullandım. Onu yapmayacak kadar tembel değilim çok şükür.
Cumartesi günü 5 haftadır izlemeyip biriktirdiğimiz Lost'u izledik. Farkettim ki Lost izlerken inanılmaz yoruluyorum. Lost hariç diğer diziler kafamdakileri atmama yararken Lost beynimde fırtınalar yaratıyor. 5. sezondayken 1. sezona atıfta bulunulmaz ama canım, "aman neydi o olay?", "kimdi bu?", "ne olmuştu?" derken beynim sulanıyor. 10. bölüm hakkındaki teorileri daha okumadım ama kendi teorimi ortaya atıyorum. Sun, Namaste amcanın kızı. Hadi bakalım, what if it happens:)


Cumartesi akşamı da Marley&Me'yi izledik. Daha önceden de yazdığım gibi Jennifer Aniston ile Owen Wilson'ı yine birbirine çok yakıştırdım. Hatta Brad Pitt ile yakıştığından daha da çok. Filmi komedi filmi diye izledim ama sonlarına doğru gözlerim dolu dolu oldu. Aile ile ilgili çok çok güzel bir filmdi. Evli olanların, evlilik planları yapanların mutlaka izlemesi gerekiyor. Zira evliliğin toz pembe olmadığını ama kara bulutların bile evliliği güzel kıldığını anlatıyor film. Evlilikle uzaktan yakından ilginiz yoksa, o zaman filmdeki köpeğin güzelliği için izleyebilirsiniz. Hayvan da sevmem ben diyorsanız evler güzel, evlere bakmak için izleyin. İzleyin işte canım:)


Bir de sufle yaptım ama mükemmel tarifi yakalayamadığımı düşündüğümden yayınlamıyorum. Daha öncekinde şeker miktarı azdı bunda da çikolata çok gibi geldi. Azimliyim mükemmel sufle tarifini bir sene içinde bulacağım:)

Umarım sizin de haftasonunuz güzel ve dinlendirici geçmiştir. Saatlerin ileri alınması sersemleştirmemiştir sizi. Hepimize kolay geçen, güzel bir hafta dileklerimle.

27.03.2009

Kriz alametleri


Krizdeyiz krizdeyiz söylemleri git gide bangır bangır bağırışlara dönüştü. O cümle söylenmese dahi etrafımıza şöyle bir baktığımızda neler olduğunu anlayabiliyoruz. İşsizlik oranının artması, doların fırlayıp gitmesi, maaşların ödenmemesi somut kanıtları krizin bir de alttan alta gösterenler var neler olduğunu. Mesela Body Shop. Şurdan bu ay yaptığı promosyonları görebilirsiniz. Ben yıllardır Body Shop fanatiğiyim. İlk zamanlar girip ürünlere bakar sonra yurtdışından sipariş verirdim. Body Shop burnundan kıl aldırmaz, fiyatları tepelerde tutardı. Promosyon falan yoktu o zamanlar. Sonra 2-3 haftada bir değişen promosyonlar geldi. Sadece bir promosyon açıklanır, aynı anda iki promosyon asla yapılmazdı. Şimdiki hali de bu. Aynı anda 7 promosyon var. Body Shop Türkiye tarihinde bir ilk! Benim ilgimi sadece Vanilya serisindeki promosyon çektiğinden onu almaya gittim Body Shop'a. Taksim gibi her daim kalabalık olan bir yerde bile mağaza bomboştu. Benim dışımda kasada görevliyle kıyasıya pazarlık yapan biri vardı. "Fiş almasam ne kadar olur?", "2 tane alsam indirim yapmaz mısınız?" diyip duruyordu diğer kişi. Hem mağaza hem müşteri kriz mağduruydu yani. Bir de bu asıl kriz değil, seçimden sonra görün neler olacağını diyorlar. Allah hepimizin yardımcısı olsun.

26.03.2009

Hello girls!



Yeni kızlarıma merhaba diyin:) Uzun kararsızlık dönemi sonrasında Ugg-Onitsuka Tiger savaşını Tiger kazandı. Amacım sadece deneyip rahatlığına bakmakken gördüğüm an botlara aşık olup aldım. Umarım bu aşkımı hor görüp beni hayal kırıklığına uğratmaz. Aldığım yerdeki satış görevlisinin dediğine göre karda bile su geçirmiyormuş. Zaten dışındaki tüyler parmak ucuna kadar devam ediyor, bu da ayaklara hamam etkisi yapıyor:)



Dün Homestore'da Ugglara baktım bir de. Benim Nursace'da gördüklerimle alakası yoktu. Tabanları birbirinden tamamen farklıydı. Nursace sertifikalı satıyorum diyor, Homestore Türkiye'ye ilk ben getirdim diyor. Biri sahte ama hangisi çözemedim. Almayı düşünenler, internette sahte Ugg nasıl anlaşılır yazılarını okurlarsa iyi olur.

Tek başıma yılan gibi kıvrıla kıvrıla fotoğraflarını çekmeye çalıştım botların. Pozlar garip o yüzden:) Uzun zamandır kot altına saklanmış ve dolmaya dönmüş bacaklarımı da fotoğraflarda görünce şoka girdim. Yaz da yaklaşıyorken spora başlamak şart oldu:(

25.03.2009

Dawson's Creek

I don't wanna wait for our lives to be over
I want to know right now what will it be

Lise yıllarımın pazartesi akşamları bu şarkıyı bağıra bağıra söyleyerek geçti. Dawson's Creek başladığında lise 1'deydim. Zaten o yaşlarda melankolik takılmak, her şeyi dert etmek modaydı, Dawson's Creek de üstüne tuz biber olmuştu. Her sahnesini gözümü kırpmadan izler, güya hayata dair dersler çıkarırdım:) O kadar müptelaydım ki izleyemediğim 3 haftayı babama teybe kaydettirmiştim. Evde video falan yoktu, canım babam televizyonun karşısına geçip 3 bölümün seslerini kasete kaydetmişti :) Ahh şimdinin Youtube, internet gençliği nerde biz nerde?




Birkaç ay önce Kanal 1 Dawson's Creek'i tekrar yayınlamaya başladı. Ama eski haline göre farklı bir dublajla. Orjinal hali mi öyleydi yoksa şimdinin gençliğine uysun diye farklı bir şekilde mi uyarladılar bilmiyorum ama her cümlenin sonunu cinselliğe bağlıyorlar. Ben hiç hatırlamıyorum, bizim izlediğimiz zamanlarda bu kadar cinsellik üzerine kurulu değildi bu dizi. O ona sevdiğini söyleyemez, biri diğerinin sevgilisini çalar falan. Böyle işler dönüyordu. Şimdiki hali ise Sex&City Junior gibi:)

İzlerken sürekli aptal aptal gülüyorum. Şimdinin stil ikonu Katie Holmes'un gayet patates suratlı hallerini görmek çok komik. Hele hele o zamanlar ayılıp bayıldığımız kıyafetler. Böyle bir moda faciasını nasıl olup da beğenmişiz? Hatırlıyorum Andie'nin kıyafetlerine çok imrenirdim, alın size o zamanların Andie'si:) Çok şıkmış cidden.




Katie Holmes da yüksek bel modasını taa o zamanlardan keşfetmiş. Ah canııım:) O zamanlardan belliymiş ikon olacağı.

Bir 10 sene sonra şimdinin dizilerine baktığımızda yine aynı şeyleri hissedecek miyiz? Yoksa 90lar öyle bir faciaydı, atlattık bitti mi?


24.03.2009

Terkos Pasajı

Alışveriş ile ilgili röportajlarda "Ucuz kaçış noktanız?" sorusuna klasik bir cevaptır Terkos pasajı. Kaç senedir gidiyorum Terkos pasajına, o Terkos Terkos diye sayıklayan manken ablacıklardan bir tane bile görmedim. Bol bol Cemil İpekçi gördüm:) Eli kolu dolu yığınların arasında debeleniyordu.

Yağmurun ve vakit darlığının etkisiyle istediğim gibi bir performans gösteremedim. H&M hırka bulmaktı amacım, onun yerine T-shirt ve sweatshirt nasip oldu bu sefer. Hırka artık başka sefere.

T-shirtlerin tanesi 5 lira. Temel Reis'li olanın kumaşı bir enterasan. Süet gibi sanki.

Sweatshirt'üm de Homer Simpson'lı, o da 5 lira.

Bunları aldığım yerin adı Bayram. Terkos'taki favori tezgahım. H&M, Disney T-shirtleri hep buradan çıkıyor. Eğer Taksim'e yolunuz düşerse Terkos Pasajı giderken sağda, dönerken solda, Paşabahçe'nin yanındaki çıkmazda:)

23.03.2009

Alsak alsak ne alsak?



Şu yazımda inceden inceye laf ettiğim Ugg'dan huzurlarınızda özür diliyorum. Bugün baktım Ugg'lar indirime girmiş. Girip bir deneyeyim nasıl bir şey acaba dedim. Demez olaydım:) Bu kadar rahat bir bot olamaz. Ayağımı pamuklara sarmışlar sanki, öyle bir his. Bir anda beynimde tilki savaşları başladı. Bir grup tilki "Al Çilli al, yumuşacık, çok rahat. Ne güzel giyersin" derken diğerleri "Yağmurda giyilemiyor kızım. Hem herkesin ayağında var. Daha özgün birşeyler bul" diyordu. En sonunda yeter bee diyip tilkileri kovaladım ve çıktım mağazadan. Aklım kalmadı mı kaldı tabii ki. Birkaç gün beklemeye, Ugg kullananların yorumlarını dinlemeye karar verdim. Burda size ihtiyacım var yani:)






Bir diğer aklımda kalan ise Onitsuka Tiger'ın Snow Heaven botları. Bunları çok aramama rağmen bulamadım, dolayısıyla deneyip rahatlığını test edemedim. Görüntüleri, renkleri çok hoşuma gitti. Aranızda kullanan, bir mağazada gören, görüp de deneyen varsa dört gözle yazacaklarınızı bekliyorum:)

21.03.2009

Mim: Çanta karıştırmaca:)

Prettylerin prettysi, ikizim Pretty'im beni mimlemiş. "Aç hele çantanı hacı neler var ?"demiş. Ne var ne yok döküldü ortaya. Özel hayata saygı da kalmadı canım:)


Dev boyutlarda çantalar kullanmayı seviyorum. Bavul taşısaydın diyenlere inat hep benimle büyük çantalarım:)

İçindekilere gelince:

1- Cep telefonum ve kabı. Cep telefonunu koordinat bildirmek için kullanan biriyim. "Hee, şurdayım dur geliyorum" dan öteye geçemiyorum. Hatta o kadar az kullanıyorum ki dışarıda telefonum çaldığında başkasının sanıp ritm tutuyorum melodiyle birlikte:)

2- Cüzdanım. Erkek arkadaşımın hediyesi. İçindeki bin gözüyle ıvır zıvırımı ancak toparlıyor.

3- Cevşenim. Babam üzerimden ayırmamamı istiyor, ben de ayırmıyorum.

4- Dudak ürünleri:) Dudağına birşeyler sürme takıntısı var bende. Sürmezsem geriliyor, sanki yarılacak kanlar akacak gibi hissediyorum. Elimin altında sürekli birkaç dudak ürünü bulunduruyorum bu yüzden.

5-Okul kartım ve akbil. Akbilin üzerindeki yazıların hastasıyım. Bir sene "Biz insan taşıyoruz" yazıyordu. Otobüste başka ne taşınır acaba:)

6-Makyaj çantam. İçinde o gün kullandığım rujum, farım, rimelim falan oluyor.

7-Kalemlerim. Derste renkli kalem kullanmazsam çok sıkılıyorum:)

8-El kremim. Arko fındıklı kokusu nedeniyle şu aralar favorim.

9-Kuzulu anahtarlığım. Onda da yedek akbilim asılı. Ne alaka demeyin, olmadık yerde öyle ihtiyacım oluyor ki bazen yedek akbile:)

10-Diş fırçası, macunu ve diş ipi. Sorunlu dişlerim olduğunu biliyorsunuz:(

11-Ajandam. Ajandamın altından gizli gizli bir şey bakıyor, tanıdınız mı? Hepimizde olan ama koymaya çekindiğimiz "şey" o şey.

12-Benim ve erkek arkadaşımın ilaçları. Şişe içinde bir sürü farklı ilaç var. Neyin ne zaman lazım olacağı belli olmuyor. Pretty burada gülümsüyorsun biliyorum:)


Benim çantamı da karıştırdık rahatladık. Şimdi sıra İzmir kokulu Ayşe de ve pamuk şeker Pammuk'da. Haydi dökülün kızlar:)

Kuskus salatası

Bu Çilli zamanında (zamanındaymış peh, sen şuna iş arıyorken desene:)) mutfakla pek haşır neşirdi. Her gün bir kek, kurabiye, pasta yapıverirdi. Bloglarda dolaşır dolaşır, aynı tariflere bakar, kesişim kümesindeki malzemeleri tespit edip kendi kafasından tarifler yaratırdı. Makaronlar, profiteroller, tiramisular, krem karameller... Ey gidi günler ey:)


Kuskus salatası da işte o zamanlardan kalma. Yapılışı çok basit, tadı muhteşem. Uydurma üzerine dayalı bir tarif:) Uyduruver gitsin türünden tüm yemekler zaten çok güzel sonuçlar doğurur hep. Bunda da kuskusu yapıp, tavuğu haşladıktan sonra aklınıza gelen ne varsa içine atıveriyorsunuz. Ben kornişon turşu, mısır, kırmızı biber, domates, küp küp kaşar peyniri, dereotu koydum. Ortaya da dereotundan ağaç diktim:) Daha önce denemediyseniz denemenizi tavsiye eder, hepinize güzel haftasonları dilerim:)

20.03.2009

60'lı yaşlarda güzellik


Nebahat Çehre, Aşk-ı Memnu'daki performansıyla şu aralar pek gündemde. O program senin, bu tören benim gezip duruyor. Dizide ve çoğu programda gördükçe "Maşallah" diyorum. 65 yaşında böylesine bakımlı olabilmek herkesin harcı değil. Ama Filiz Akın'ın programında öyle bir hali vardı ki hiç yakıştıramadım. Deri bir elbise, deri eldivenler ve otriş! 20'li yaşlarda birinde bile çok kötü duracak bir kombin Nebahat Çehre'de felakete sebebiyet vermiş. İlk kez onu görünce "Bu yaşta da bu kadar olmaz ki" dedim. Oysa ki dizide ne kadar da şık, ne kadar da her göreni hayran bırakacak kıyafetler giyiyor. Bu kıyafetiyle klasını düşürmüş.
Benim ileri yaşlardaki sanatçılar arasında favorim her zaman Hülya Koçyiğit. O da 62 yaşında ve bana göre Nebahat Çehre'den çok çok daha güzel. Evet daha çok kırışığı var, yüzü daha çok yıpranmış ama öyle asil bir duruşu var ki en derin kırışığını bile göremiyor insan. İnsanların yaşlanınca kendini salıvermemesi çok hoş bir şey ama biraz da yaşının gerektirdiği asaleti ve olgunluğu yansıtmak gerek.



19.03.2009

Mutlu yıllar aşkım...


Bugün canımın doğumgünü. Bir anlamda benim de doğumgünüm. Ruhumun bir yarısı 26 Kasımda, bir yarısı da bugün doğmuş. Mutlu yıllar aşkım, birlikte mutlu mutlu yaşlanmak dileğiyle. Seninle hiçbir şey yapmadan yanyana durmayı, derste birlikte sıkılmayı, ödevleri birbirimizden kopya çeke çeke yapmayı, aynı teze, aynı projelere imza atmayı, öğlenleri yaptığım uyduruk sandvicleri bayıla bayıla yemeni, canım tatlı çektiğinde elinde tatlılarla kapıda belirmeni, birlikte lokma döküp, mantı yapmayı, Sultanahmet’te deli gibi gezip köfteleri mideye indirmeyi, vapura binip simit yemeyi, Kadıköy’de balık ekmek paylaşmayı, kuşları beslemeyi, annemle sohbetlerini, babamla Trabzonspor-Beşiktaş çekişmelerini, abimle oyun-dizi-program alışverişinizi, kafamı çevirdiğim an gizli gizli Lig TV’yi açmanı, birlikte Sünger Bob izlemeyi, askerdeyken yolladığın mektubu, telefonumun sana atadığım melodiyle çalmasını, seninle eş eldivenler giymeyi, birlikte alışveriş yapmayı, bana ‘tipsiz’ demeni, birlikte pazara gitmeyi, kahvaltı etmeyi, sana sırtımı sonsuz güvenle dayayabilmeyi, geleceği birlikte hayal etmeyi ,sana dair ve seninle olan her şeyi çok seviyorum. Doğum günün kutlu olsun...

18.03.2009

Kuru Saç Sorunsalı


Kuru saçlara mı sahipsiniz? Tararken çıtır çıtır sesler mi duyuyorsunuz? Yıkayınca cadı Sheila misali kabarık saçlarınız mı oluyor? Follow me:)

Saçlarımın kuruluğunu ve kalınlığını anlatabilmem pek mümkün değil. Şöyle iki örnek vereyim, gerisi sizin hayal gücünüze kalsın. Lisedeyken çok ağır bir hastalık geçirip 1 hafta kadar yıkanamamıştım ve saçlarımda bir damlacık dahi yağ oluşmamıştı. Sanki daha dün yıkanmış gibiydi saçlarım. Ay ne güzel diyen sesler duyuyorum. Hayır, güzel değil maalesef. Keşke benim de yağlanan saçlarım olsaydı. Yağ saçı dış etkenlerden koruyan doğal bir kalkan. Yağlı saçlara sahipseniz tarama, saç kurutma, boya gibi dış etkenlerden saçınızın yapıtaşı keratin korunmuş oluyor. Benim gibi kuru saçlara sahipseniz, geçmiş olsun:)

İkinci örnek, saçımı koparıp yorum yapan bir arkadaşımdan gelsin:

- Ne kalın saçın var senin.

-Hıhı öyle

-Şey gibi ya, gitar teli. Yok,yok at kılı!

:)

Saçımın neye benzediğini hayal ettiniz di mi:) Şimdi gelelim çarelere. Fotoğraftaki dörtlü çok kıymetli bir dörtlü. Tek tek incelersek:

- Avon Advance Techniques Serum: Saçlarımın kırılmasını önlemede çok etkili. Kullanmaya başladım başlayalı, kuaföre kırıklarımı aldırmaya daha az gider oldum.

-John Frieda Frizz&Ease Extra Strength Formula Serum: Aylar önce Marie Claire vermişti bu serumları. O kadar beğendim ki kaç dergi aldım bilmiyorum:) Saçlardaki elektriklenmeyi önlüyor. Bu biraz daha iyi olabilirdi veya benim saçım o kadar elektrikleniyor ki ancak bu kadar etkili olabiliyor.

-John Frieda Frizz&Ease Thermal Protection Serum: Saç düzleştirici kullanmadan önce bir fırt, düzleştirdikten sonra bir fırt kullanıyorum. Pırıl pırıl, ışıldak saçlarım oluyor.

-The Body Shop Brazil Nut Moisture Mask: Assolisti en sona sakladım. Muhteşem bir ürün. Almadan önce çok tereddüt etmiştim, okuduğum yorumlarda kokusunun çok kötü olduğu yazıyordu. Ama öyle bir kokusu var ki misler gibi. Ya benim burnumda bir sorun var ya da Amerikalılar güzel kokudan anlamıyor:) Yazın akşam yatmadan sürüp uyuyorum, kışın 1 saat bekletiyorum. Yumuşacık, misler gibi kokan saçlarım oluyor.

Kuru saç için başka önerileri olan varsa hepsine açığım:)

17.03.2009

28 dişi kalmış canavar


Dişlerimden çektiğim kadar hiçbir şeyden çekmedim şu hayatta. Dişlerimi görenler "Ama çok düzgünler neden sürekli doktora gidiyorsun?" dediklerinde dudağımı büzüp "Dış güzellik değil, iç güzellik önemli olan" diyorum:)

Dişlerim 28 adet benim. 4 adet 20 yaş dişimle yıllar önce yollarımızı ayırdık. Alttakiler yanağımdan çıkmayı denediklerinden cerrahi operasyonla alındılar. Acıların en şiddetlisini yaşadım operasyonlarda. İlkini diş hekimi, ikincisini çene cerrahı yaptı. Eğer size de 20 yaş dişleri için operasyon önerirlerse kesinlikle çene cerrahına bu işlemi yaptırmanızı tavsiye ederim. Diş hekiminin yaptığında günlerce ağlayıp, yatakta debelenirken, suratım yamulup E.T. 'ye dönerken, çene cerrahının yaptığı operasyonda öbür gün konuşmaya başladım. Sonrasında üst 20 yaş dişlerimi çektirdim. Bendeki şansa bakın ki, diş köklerim çok kuvvetli olduğundan çekim esnasında çene kemiğim aşınıp, parçalandı. 1 ay boyunca yemeğimi çatır çutur sesleriyle, ağzımdan kemik parçaları toplayarak yedim.



Şimdi de bir türlü iyileşmeyen bir diş ile uğraşmaktayım. Kanal tedavisine cevap vermiyor, ağrıyor da ağrıyor kerata. Şeytan diyor çektir kurtul, ama gülünce görünüyor o diş:) Estetikten de ödün vermiyorum yani. 28 dişli, 7 dolgulu biri olarak diyorum ki dişleri günde 2 kere fırçalamak, bol süt içmek yalan, herşey genetikte bitiyor. Dişlerimi içten içe çürüten ama dışarıdan görüntüyü asla bozmayan genetik mirasa kızsam mı sevinsem mi bilemedim:)



16.03.2009

Küçük mutluluklar

Bugün son aylardaki en yoğun günümü yaşadım. Kozyatağı-Taksim-Maslak-Kayışdağı dörtgeninde kısıtlı bir sürede mekik dokumam lazımdı. Üstüne bir de Dünya Su Forumu nedeniyle yollar kapalıydı. Mutsuz olmak için onlarca sebep vardı kısaca. Ama olmadım, neden mi?
Eski okuluma gittim. Kapıdan girdiğim an içimi bir huzur kapladı. Her ne kadar ömrümü yese de seviyorum okulumu. Hem şu an kimsem o olmamda yardımcı olduğu için hem de doğanın en güzel hallerine dokunmadığı, bana 5 sene baharların en güzellerini yaşattığı için. Yine doğa canlanmıştı ve yine rüya gibi bir bahar başlamaktaydı.


Mutluydum çünkü erkek arkadaşımla eski günlerdeki gibi simitimizi ayranımızı alıp çöküverdik taşların üstüne. Sırtımızda sıcacık güneş, karnımızı doyurduk.


Sonra başımızda ötüşmeler duyduk. Dillerini anlamadığımızdan önceleri çözemedik bize ne demek istediklerini. Sonra, acaba dedik simit mi istiyorlar?

Koyduk simitlerimizden birer parça.
Önce biraz ürktüler, yanaşamadılar yanımıza. Ama sonra öğle yemeği teklifimizi kabul ettiler. Hep beraber mart güneşinin altında karnımızı doyurduk.


Doldurulması gereken evraklar, alınması gereken belgeler, girilecek seminerler varmış kimin umrunda? Sevdiğim yanımda, güneşin altında, elimizde en sevdiğimiz simitler, etrafımızda kuşlar. Mutluluk bu değilse, nedir?

15.03.2009

Serotonin bombardımanı


Kapı çalar. Ding dong. Postacı elinde, mor kurdeleli, beyaz kutuyla beklemektedir. Vücut serotonin bombardımanına başlar. Kıpır kıpır olur insanın içi. Nedir bu? Eveeet,Strawberry kutusuuu.

7’sinde verdiğim sipariş tam bir haftada elime geçti. Setlerdeki indirimden faydalanıp Lancome set almıştım. Daha önce farklı renklerde olanını hediye ettiğimden az çok nasıl bir şey geleceğini biliyordum. Ama yine de açarken içim kıpraştı. Sette 1 krem, 1 serum, 1 mini far paleti, 1 ruj, 1 rimel, 1 rimel bazı ve 2 adet makyaj çantası var. Krem ve serum kırışıklık giderici olduğundan anneye hediye edildi. Far ve ruj denendi, onaylandı. Rimeli ve bazı henüz denemedim ama hayal kırıklığına uğratacaklarını sanmıyorum. Cinliğe başvurup yeni müşteri gibi alışveriş yaptığımdan Stila ikili far hediye geldi. Tek kelimeyle muh-te-şem bir far. Adını bir yere yazmakta fayda var: Fandango. Bundan böyle bittikçe yerine konacak bir far oldu kendisi. Sample istemiştim, Dermalogica’nın hassasiyet önleyici bir kremini yollamışlar.

Oh mis gibi bir alışveriş oldu bu

I love you Strawberry:)

13.03.2009

Anlatılmaz yaşanır..500T...


İstanbul’da ölmeden yapılması gereken 100 şey listesine ben de bir madde eklemek istiyorum. 500T’ye binmek! 500T İstanbul’daki en uzun otobüs hattı. Tuzla’dan Topkapı’ya kadar. Geçiş sıklığı 2 dakikada 1. Varın ne kadar çok olduklarını hayal edin.
500T’yi lisans öğrencisiyken okula gitmek için kullanıyordum. Bana o kadar çok şey kattı ki. Onun sayesinde 45 dakika nefes tutmayı, yamuk vaziyette yolculuk etmeyi ve hiçbir yere tutunmadan otobüste sabit kalabilmeyi öğrendim:) O kadar uzun bir hatta yolcu alıp indirdiği için her çeşit insanla karşılaşmanız mümkün. Sapığı da var, kamyon şoförü de, hacı amcası da... Ama 500T’nin en belirgin özelliği kokusu. Erkek arkadaşımın üniversitede duyusal analiz diye bir dersi vardı. Esanslı sıvıları koklayarak hangi gıdaya ait olduğunu buluyorlardı. Bana da arasında 500T’nin bulunduğu 100 otobüs kokusu koklatsalar şıp diye bulurum onu. Hele ki Kurban Bayramı zamanı mis gibi koyun kokuları oluyordu otobüste:)
Ekşisözlükte herkes 500T’de karşılaştığı manzaraları anlatmış. Otobüse küvetle bineni gören de var tavukla bineni de:) Benim şahit olduğum ise 500T kokusunun sebebini açıklayabilecek bir örnek. Tıklım tıklım bir cuma akşamı bir abla yanındakini kaldırıp bebeğinin altını değiştirdi. Hem de çiş değildi, bir bez dolusuuu:) Zaten kıpırdanacak yer yokken otobüste bir dalgalanma yaşandı, kakadan kaçan insan dalgası:) Eğer macerayı seviyorsanız ama Fear Factor, Survivor uğraşamam diyorsanız bir de 500T yi deneyin:)
Afiş: Bobiler.org

12.03.2009

Öyle derse, böyle oje!


Üniversite hayatım boyunca sadece 1 dersi hiç sevmedim. Sanki sevmediğimi anlamış gibi, değerli bölümümce Thermodynamics 1 and 2 diye ikiye bölündü ders bir de. Doktoraya başladım, zorunlu ilk ders: Advanced thermodynamics! Hoppala paşam, Malkara Keşan. Kurtuluş yok bu dersten.

Cumartesi sınavı var dersin. Aynı konuları bininci kez görmekten, 1700lerde ortaya çıkmış teorileri ispat etmeye çalışmaktan, sembol yazıp durmaktan sıkıntı bastı. Ben de bu derse, yağmurlu havaya inat en pembesinden bu ojeleri sürdüm. Ellerime baktıkça mutlu oluyorum. Kitaba meydan okuyorum sen ne kadar sıkıcıysan ben de o kadar eğlenceliyim diye. Oh sefam olsun:)

Krizdeyim!


Bu hafta Kanaltürk'te Krizdeyiz programına takıldım. Programda, kriz nedeniyle maddi güçlük çeken ailelerin evine gidilip masrafları irdeleniyor. Sonrasında da simit satarak, ayakkabı boyayarak para kazanmaları ve 9.90 liraya 7 kişilik sofra hazırlamaları isteniyor. Öyle insan profilleri var ki yarışmada Yemekteyiz'dekilerden beter krize soktular beni.

Masrafların irdelenmesi aşamasında ağzım beş karış açık kalıyor. Pazartesi günü gittikleri bir ailede hanımefendinin 22 adet kotu vardı! 22 adet! En büyük tutkusu marka çanta almaktı. Hani şu kısaca 2 harf olanlardan. Bir de, " Bir şey değil ki 3000 dolara aldım" demez mi! Beyefendi ise kendi traş olamıyordu. Aylık berber masrafı 600 liraydı. Bu ailenin aylık geliri 10 bin lira, gideri ise 17 bin liraydı. Böyle bir kriz ortamında, her ay 7 bin lira açık veriyorlardı. Şu ana kadar, harcarlarsa harcasınlar canım başkasının parasından bize ne düşüncesiyle okumuş olabilirsiniz. Ama o evde minicik bir çocuk da vardı. Annesi babası gülerek harcamalarını anlatırken, arkada yatağın üzerinde oturan sessiz bir çocuk. Bu çok düşünceli anne-baba iki harfli çantaların peşinden koşarken, bir jilet tutmayı öğrenemiyorken arkadaki çocuklarının geleceklerini çaldıklarının farkındalar mıydı acaba?

Alışverişe, gezmeye, tozmaya asla karşı değilim. Herkes bütçesi oranında istediğini yapabilir. Ama konu müsriflikse işte orada ben yokum! Küçücük bir çocuk, onun geleceği söz konusuyken sen "materyal" peşinde koşuyorsan, gözüm görmesin seni. Umarım böyle insanlar bir gün uyanırlar da iki harfli çantalara yatırım yapmak yerine, iki heceli bir varlığa "çocuğa" yatırım yaparlar.

10.03.2009

Babam...


Yoğunluktan gününde kutlama fırsatı bulamadım. Cumartesi canım babamın doğumgünüydü.
Çoğu kız gibi ben de babasına aşık olanlardanım. Tam anlamıyla bir aşk hem de. Daha 4 yaşında, iş için başka bir şehre giden babamın ardından, kumaş mendillerini yüzüme bastırıp “Babacığım, babacığım nereye gittin babacığım?” diye ağlarmışım. Şimdi olsa şimdi de ağlarım.
Hayatımın en dramatik sahnesinde de babam var. Hani bazen sanki o anı yaşayan siz değilmişsiniz gibi olur, kendinizi dışardan görürsünüz ya, bu sahne de öyle bir sahne. Üniversitenin 2. senesinde babam beni yurda bırakmak için İstanbul’a gelmişti. Yurdun önünde S şeklinde kıvrılan bir yol vardı. Ben yerleştikten sonra yurdun önünde babamla vedalaştık. S’nin kıvrımında kayboluncaya kadar babamın arkasından bakmıştım. Belki 20 kere dönüp bana el sallamıştı. O beni ağlarken görmesin diye dişlerimi kenetlemiştim. Gözden kaybolduğu anda ise odaya kapanıp saatlerce ağlamıştım. Bu sahne, hala ben yaşamışım gibi gelmiyor. O an o kadar acı çekmiştim ki, bu yüzden bilinçaltım onu sanki bir filmde gördüğüm bir sahne gibi saklıyor.

Şimdi annem de babam da benimle beraber. Artık babam kıvrılan bir yolda bana el salladığında biliyorum ki o gün o yol onu geri getirecek. Biliyorum bir dönülmez yol var. O yola girmemek diye bir şey yok biliyorum ama ben daha büyümedim. Büyümemi bekle babacığım. Mendillerine kapanıp ağlatma beni. Allah benim yaşadığım ömrü senin ömrüne eklesin. Hep sağlıklı, hep bizimle, hep mutlu ol babacığım. Seni çok seviyorum.

Asosyalsin sennn!


Asosyalmişim! Öyle diyorlar uzun zamandır görüşmediğim arkadaşlarım. Onlarla alemlere akmıyormuşum, clublara gitmiyormuşum. Evde olmayı sevdiğim, gece çıkmadığım için asosyal yaftasını yedim, hayırlı olsun:)
Sosyal olmak geceleri çıkmak demek midir? Gece dışarda olunca kendimi güvende hissedemiyorum ki ben, sürekli bir tedirginlik hali. Yanımda çok güvendiğim biri olmazsa alkol alamıyorum. Zaten alkolden çok da hoşlanmıyorum. Sigara dumanından boğulurcasına rahatsız oluyorum. Erkeklerin kızlara av gözüyle bakmasından hele hiç hoşlanmıyorum. Şimdi bu kadar hoşlanmadığım şey varken, benim gece çıkmamayı tercih etmem asosyallik mi oluyor?
Bir arkadaşımla görüşeceksem eğer, birbirimizi duyabileceğimiz, etraftakilerden rahatsız olmayacağımız, sıcak mekanları tercih ediyorum. En çok da ev ortamında olmak hoşuma gidiyor. Koltuklarda çekelim bacaklarımızı yukarı, elimize alalım çay-kahve ne varsa, bir müzik çalsın geriden, acıkınca makarna yapalım, dedikodu yapalım, dertleşelim, kahkahalar atalım. Gece çıkmak yerine bunları yapmayı seçen bir insan cidden asosyal midir? Eğer öyleyse, itiraf ediyorum, ben asosyalim!