30.09.2009

Mutlu yıllar bize


Bir erkeği canımdan çok sevebileceğime, güvenebileceğime inancımı yitirdiğim bir dönemde çıktın karşıma. Zaten hep hayatımda, etrafımdaydın ama en yakınındakini görmezmiş ya insan, göremiyordum seni. Tuttun omuzlarımdan, "Aç gözlerini" dedin "Aç bir bak, ben burdayım." Reddettim varlığını, "Olmaz" dedim "Arkadaştan sevgili olmaz." Oldurdun, canımdan çok sevdiğim, güvendiğim, sevgilim oldun.

Daha dün gibi geliyor dersten çıkıp kantine indiğim, herkesin "Ne yani, sevgili misiniz siz şimdi?" diye dalga geçtiği gün. Oysa ki 4 sene geçmiş üzerinden. Birlikte okulları bitirmiş, işlere girip çıkmış, yeni okullara başlamış, askere gitmiş, cenazeleri-doğumları yaşamış, ağlamış ama çoğunlukla gülmüş, birbirimizin elini hiç bırakmamışız.

Aşkımız 5 yaşına girdi bugün. 5. yaşımızda neler yaşarız hiç bilmiyorum. Tek bildiğim seni çok seviyorum. Happy birthday to us:)

29.09.2009

Oldu mu şimdi İzmir'im?

Erkek arkadaşıma İzmir'i sevdirme turları atıyoruz Kordon'da. Hava güzel, sıcacık bir güneş var ama püfür püfür esiyor denizden. Keyifliyiz, içimden "Sevdi, sevdi kesin bayıldı İzmir'e" diyorum. Sonra yanımdan bir kahkaha kopuyor. Karşımızda kocaman bir yazı. "Ben İzmir'i ve İzmirlileri çok severim" imza Kemal Atatürk!


Ah be İzmir'im, karizma böyle çizdirilir mi yahu? Atatürk öyle bir şey demiş midir, hadi öyle bir şey dedi diyelim ilkokul 1'de "kelimeyi cümle içinde kullanınız" ödevlerindeki gibi bir cümle mi kullanmıştır. Hadi yaptınız bir hata, yazdırdınız koca tabelayı. Her 200 metreye koyulur mu cancağızım!

Ama hakkını yiyemem Yeşildere yolundaki tepeye oyulan Atatürk sana çok yakışmış be İzmir'im... Kimsenin düşünemediğini düşünmüşsün, aşkını dağlara kazımışsın.

27.09.2009

Gelinim...

İşte karşınızda benim güzel gelinim... Hani derler ya "En çirkin kadın bile gelinlikle güzeldir" diye. Bunun tılsımını çözdüm bu düğünde. Benim gelinim zaten güzeldi ama 14 senedir hiç görmediğim bir ışık vardı yüzünde. Bakanı bir daha baktıran, gülümseten, "vay be" dedirten bir ışık. Mutluluğun elle tutulur, gözle görülür bir hali.



Onun hazırlıklarına şahit olmam kendi bilinmez tarihteki düğünüm için alıştırma oldu. Gelin ve damadı alnında "Beni kazıklayabilirsiniz" yazan iki saf olarak gören insanlar beni hayrete düşürdü. Anladım ki düğün öncesi herkesle kontrat imzalanmalı. Makyöz söylediği saatten 1.5 saat geç geldi, kuaför "Ben 2.30 da kapatacağım dükkanı" diye tutturdu, tüm gün diye anlaşılan fotoğrafçı nikah sonrası "Anlaşmamız nikaha kadardı" diyip firar etti. Bir de önce gelini sonra beni sürekli telefonla taciz eden "masa beğenmezgiller" vardı. "Ay ben onunla oturmaaam", "Yaa ben bilmemkimle görüşmedim senelerdir, onunla oturacağım" diye tutturup durdular. Gelin zaten heyecandan bayılacak durumdaydı, bir de bu mızıkçılarla uğraştı. Çalınacak tüm şarkılar liste halinde verilmesine rağmen müzisyenler "Pala Remzi", "Kolbastı" çalmaya yeltendiler. Şarkıları duyunca pistin ortasından bir anda müzisyenlere koşan gelin ve damat gözümün önünden gitmiyor:)


Gelinim bütün gece hop hop oynamasına izin veren güzel mi güzel gelinliğiyle prensesler gibiydi. İzmir'de olup gelinlik arayışında olanlara La Peri şiddetle önerilir. Buketi ise aslında somon diye sipariş verilmişti ama turuncu geldi:) İlk başta şok yaşasak da turuncu çiçekleri çok sevdik. Uzun lafın kısası, bu düğün işleri zor iş kardeşim:)

25.09.2009

Gelin olmuş gidiyorsun...


Sayılı günler, güzel günler yine çabucak gelip geçti. Arkadaşımı evlendirdim, İzmir'ime veda ettim ve içim kan ağlayarak İstanbul'a geri döndüm. Her İzmir dönüşü yaşadığım moral bozukluğunu yaşıyorum yine. Fotoğraflara bakıp duruyorum sürekli. Gizli gizli İzmir'e geri dönme planları yapıyorum.

Düğünde neden ağlarlar ki derdim hep, göz pınarlarımda iki damla yaşla gezdim bütün gece. Nikah şahidiydim, arka sıramda otururlarken şahit olduğum aşklarına bir de davetlilerin önünde şahit olduğumu belirttim. Evlenirken en ihtiyaç duyulan şeyin güvenebildiğin bir dost olduğunu anladım. Herkes bir yerlere dağılmışken gelinimi doyurdum, dinlendirdim, makyajını tazeledim, tuvalete götürdüm. Ve bunları yaparken gözlerinde ışıldıyan "teşekkürleri" bir bir toplayıp kalbime sakladım.

Biraz hüzünlü biraz mutlu biraz yorgun hissediyorum kendimi. Ne kadar da zormuş meğer kız vermek...

18.09.2009

Çilli kaçar


Beklenen gün geldi çattı. Pazartesi günü 14 senelik en yakın arkadaşımı, çocukluğumun-genç kızlığımın değişmez şahidini, sıra arkadaşımı, kıvırcık güzelimi evlendiriyorum. İçim biraz buruk. 14 sene önce bileğinin azıcık üzerinde uzun okul eteği, kahverengi camlı gözlükleriyle yanıma gelip "İstersen benimle oturabilirsin" diyen kızın büyüyüp evlendiğine inanamıyorum. O büyürken benim elim armut toplamış herhalde, hala ortaokula yeni başlayan kız olarak kalmış aklım. Sanki sıra arkadaşımı yanımdan koparıp başkasıyla oturtuyorlarmış gibi hissediyorum.

Arkadaş evlendirme psikolojisinin yanında İzmir bunalımı da yaşayacağım. Düğün İzmir'de ve ben adımımı attığım andan itibaren ağlamam burnumda gezineceğime eminim. "Burası benim okulum", "Şu duraktan otobüse binerdim", "Şurdan su alırdım" diye diye her adımıma bir anlam yükleyeceğim. Dönüşte de, uçak havalandığı an "Neden ayrıldım senden İzmir'im?" diye ağıtlar yakacağım.

Perşembe gününe kadar yokum. Şimdiden hepinize iyi bayramlar dilerim. Perşembeden sonra benden haber alamazsanız anlayın ki İzmir'den ayrılmanın şokundan çıkamamışım:) Özleyin beni anacığım:)

17.09.2009

Yeneceğim seni Blogger:)


Sevgili poh poh perisi'nin mailiyle bende jeton düştü. Blogger'a girebilmek için ayarlarımı düzelttim demişim ama nasıl yaptığımı yorumda anlatmışım. Yorumlar da açılmayınca haliyle güme gitmiş. Hala problem yaşayanlar için yorumdan copy-paste yapıyorum:

Ağ bağlantılarımdan kullandığın ağa sağ tıklayıp özelliklere geliyorsun. Ordan İnternet İletişim Kuralları-->Özellikler.
Yeğlenen DNS sunucusu: 208.67.222.222

Diğer DNS Sunucusu: 208.67.220.220

Bunları yazıp kaydediyorsun.Ardından araçlar-->internet seçenekleri-->geçmişi sil.

Bu adımları izleyince kendi blogunuza ve diğer bloglara kavuşabiliyorsunuz. Blogger, sen mi büyüksün biz mi, hahaaayt:P

16.09.2009

Ne güzel kokardın sen Impulse



Koku ve tat hafızam çok iyidir. Yıllardır görmediğim bir arkadaşımı aklıma getirdiğimde kullandığı parfümün kokusunu burnuma getirebilirim. Ya da hayatımda sadece bir kez yediğim bir yemeğin tadını hatırlayabilirim. Şu aralar tüm genç kızlığıma damgasını vuran, çıkardığı her yeni kokuyu koşa koşa aldığım Impulse deodorantların kokusu geliyor sürekli burnuma. En çok O2 ile Hint of Musk veya Musk kokusunu severdim. O2'nun kutusu sarı-yeşil karışımıydı ve şu ana kadar kokladığım en ferah kokuya sahipti. Hint of Musk ise altın rengi bir kutuya ve pudra kokardı. Bir de Vanilya'yı kullanmıştım, o da harika kokardı. Spice Girls'lü kokusu çıktığında da koşa koşa almıştım ama o kötü kokuyordu galiba:)

"Deodorant şekil değiştirdi" sloganıyla kafası sıkılan değil kendisi sıkılan ambalajlarla piyasaya sürülmüşlerdi bir dönem. Sonra nasıl bir hataysa Türkiye piyasasından çekildiler. Ah keşke tekrar dönse Impulse .Yine tüm kokuları toplasam eve, sürüp sürüp Backstreet Boys posterli odamda yatağıma oturup günlüğüme "Bugün çıkma teklifi aldım ama kabul etmeyeceğim galiba" yazdığım günlere gitsem. Hatta bir gün bir kızım olduğunda, ona sarıldığımda tanıdık kokular gelse burnuma. Güzel hayaller bunlar.

Blogger beni neden yoruyorsun?


Aaaa, delirttin beni Blogger! Kumanda panelimi açmazsın, yorumları onaylatmazsın, başka blogları okutmazsın, yorum yazdırmazsın, blogu açmazsın, yeni yazı yazdırmazsın... Biliyorum suçlu sen değilsin ama sana çemkiresim geldi:) Bugün evdeyim de interneti karıştırıp ayarları nasıl düzelteceğimi buldum. 2 gündür google reader'dan okunabilen bloglara bakabildim sadece. Yorum bırakmak istediklerimi aklımda tutuyordum ama bir yerden sonra ipin ucu kaçtı:) Siz hepinize yorum bıraktım sayın e mi?

14.09.2009

Çilli,nereyasun daa?


İlk kez bloga bu kadar ara verdim. Ha bugün ha yarın derken kaç gündür yazamıyorum. Merak etmeyiniz, iyiyim afiyetteyim. Yaklaşan en yakın arkadaş düğünü nedeniyle hem biraz panik hem de heyecan içindeyim. Arkadaşımın en "senden bir şey isteyeceğim ama çaktırmadan" ses tonuyla sorduğu " İstanbul'da hint kınası varmış, doğru mudur?" sorusuyla hint kınası arayışlarındaydım. Buldum. Yine aynı ses tonuyla, "İstanbul'da bekarlığa vedada kafalara birşeyler takıyorlarmış. Doğru mudur?" sorusuyla duvak arayışına girdim. Onu bulamadım, annemle oturup diktik. Sonrasında bir senedir yaşamadığım şiddetli bel ağrılarım geri döndü. Bende bel fıtığı var ama neden nasıl ne sebeple olduğu başka bir yazıya.

Avrupa Basketbol Şampiyonası ve US Open da eklenince bunlara ben yazmaya vakit bulamadım. Şu an da okulun avlusunda bulduğum wireless ile yazıyorum bu yazıyı. Düğün, ağrılar, maçlar derken uzak kaldık. Ama kavuşmamız yakındır anacım, beni özleyin:)

9.09.2009

Bugün böyle...


İlk İzmir'de karşılaşmıştım. Sene 1995, yaşım 12'ydi. 61 kişi vefat etmişti. Karadenizli olmama rağmen yaşamamıştım böyle bir şeyi. Bizim oralarda yağmur yağdı mı tepeden akar gider denize ulaşırdı. Çarpık yapılaşma, dere yatağı, kaçak bina gibi olguları bilmezdim. Bilmez olaydım.

Bugün aslında başka bir konudan bahsedecektim. 9 Eylül, İzmir'in kurtuluşu, bizim İzmir'e 9 Eylül'de yerleşmemizdi konu. Ama sabah abimden gelen bir telefonla güne allak bullak başladım. İkitelli'de çalıştığı için 4.5 saattir yolda kalmıştı. Babam da vefat haberlerini iletti. Haber kanallarında felaket görüntülerini gördüm sonra. Bir de diğer kanallara baktım, aynı yayın akışı. Göbek atanlar, koca arayanlar yerli yerinde. Ölen varmış, felaket varmış, insanlar mahsur kalmış kimsenin umurunda değil. "Show must go on" diyorlar, bunun arkasına sığınıyorlar. Ne showundan bahsediyorsunuz siz? İnsanlığınızı kaybedip hangi showun arkasına sığınıyorsunuz? Bundan yıllar önce bir sunucu hanımefendi(!) ballandıra ballandıra yeni aldığı evi tanıtıyordu. Ev ünlü bir residence'ın bilmem kaçıncı katındaydı. Hanımefendi şu cümleyi kurdu:"Evim 10 şiddetindeki depreme dayanıklı. Yani İstanbul depremi olduğunda pencereme kurulup İstanbul'un yıkılışını izleyeceğim." Bunu söyleyen hanımefendi öğleden sonra programında göbek de atacaktır eminim.

Yüzbinlerin izlediği insanlar duyarlı olmayabilirler ama ben, avuç içi kadar insanın okuduğu ben, bugün güzel, eğlenceli konulardan bahsedemeyeceğim. Ortada bir show varsa benim için bugün durdu. Allah ölenlerin ailelerine sabır versin. Zor durumda olanların yardımcısı olsun.

Not: Ben bunları yazarken İstanbul'un başı "Çarpık yapılaşma değil ozon tabakası delindi" dedi. Daha neler göreceğiz?

8.09.2009

Leslie Sansone, kral sensin:)

Önce bir profil analizi yapalım: Olay kahramanımız spordan nefret etmektedir. Sağlık için diyip defalarca farklı spor denemeleri olmuştur. Fitness salonlarına üye olmuş, sonra da kaçmıştır. Pilates dvdleri satın alıp, yaparken sıkıntıdan patlamıştır. Takım sporlarında "Amaaan diğerleri vursun topa, ne yoracağım kendimi" tavrı sergilemiştir. Ama gelin görün ki Allah vergisi armut tipi vücuda sahiptir kahramanımız. Kilosu kaç olursa olsun alt bedeni ile üst bedeni arasında hep bir beden oynamaktadır. Olmaz bu böyle, dur demeli buna demiş bir gün bu arkadaş ve evde yapabileceği bir spor arayışına girmiş.

Yolu düşmüş bu siteye. Sonra karşısına tatlı tatlı gülümseyen "Walk walk walk" diyen bir teyze çıkmış. Leslie Sansone'mış adı. İndirmiş 4-5 video. İnanılmaz eğlenceli, kıpır kıpırmış Leslie teyzenin gösterdiği hareketler. Ayrıca Leslie kızını, yeğenini de getirirmiş çekimlere. Konuşmalarından, yüzünden samimiyet akarmış. Bir de dermiş ki Leslie: "Sevdiklerinize verebileceğiniz en güzel hediye kendinizdir. Bugün onlara en güzel hediyeyi, sağlıklı sizi hediye edin" Bunları duyan arkadaş hazin spor geçmişine rağmen haftada 4-5 kez Leslie'nin güleryüzünü görmek ister olmuş. 5 haftada armutun kalın kısmından 5 cm gitmiş. Herkese buraya gidip yazılanları okumasını, videoları indirmesini ve sağlıklı, fit günlere yelken açmalarını tavsiye etmiş. Bu da böyle bir hikayeymiş. Konu kahramanımızın kimliği gizli ama aldığım duyumlara göre kendisi pek bir çilliymiş:)

7.09.2009

Şimdi okullu olduk

Yaşım 25 olabilir. Doktora dersleri alıyor olabilirim. Ama eylül ayı gelince okul alışverişi yapanlar arasında kazık kadar halimle ben de kendimden geçiyorum. Her sene daha da güzel, daha da cıvıl cıvıl ürünler geliyor. Beslenme çantaları, suluklar daha kullanışlı oluyor. Hele Sünger Bob'lu ürünler bir şahane. Kızlar için her yer Hello Kitty ve Barbie. Çekçekli sırt çantaları var, keşke benim de olsa diye yan gözle baktığım:)


Benim haftaya okulum açılıyooorr. İhtiyacım olan her şeyi aldım. Pembiş bir defter, renk renk kalemler ve kurbağa kalem kutusu. Annemlere söz verdim karnemde tüm derslerim 5 olacak diye. Sözümü tutarsam Barbie alacaklarmış bana. Yihuuuu!

6.09.2009

KültürTV indirimi


KültürTV'de 5-6-7 Eylül'de tüm kitaplar kredi kartına %50, havale ile %60 indirimli. Ben kitaplar arasında kaybolmuş durumdayım. Kendimi frenlemeye, batmamaya çalışıyorum:) Daha önce alışveriş yaptığım bir site olduğundan ufak bir tüyo vereyim. Birden çok kitap aldığınızda kitapların toplanması ve kargosu uzun sürüyor. Zaten sitesinde de kargoların 14 gün içinde ulaştığını yazmışlar. Ama internette arattığınızda birçok şikayetle karşılaşıyorsunuz. "5 gün oldu kitaplarım gelmedi", "Bir haftadır paket yok ortalarda" diye. Ben siparişimin 3 haftada gelmesini göze alıyorum. 2 hafta onların verdiği süre 1 hafta bizim postacının yavaşlığı:) Bir kitap fiyatına 2-3 kitap alabilmek için beklemeye değer bence:)

4.09.2009

Sadece bir çiçek...

Bu güzeller güzeli pis, hiç olmayacak bir yerde hayat bulmuş. Bir çöp konteynırının yanında, yaprakları kir, pas, boya içinde ama kendisi tertemiz. Etrafındaki kötülüklere aldırmadan en güzel renklere bürünmüş. En kötü anlarda bile güzelliklerin doğabileceğine dair umut veriyor insana.

Doğaya baktığında hayattaki her şey çıkıyor insanın karşısına. Kimi insanın karıncalar gibi cüssenin katlarcası yükler biniyor omuzlarına. Kimisi akbabalar gibi beslenmek için başkalarının kötü olmasını, ölmesini bekliyor. Kimileri çöplükte açan çiçekler gibi yoksulluk, olumsuzluk, imkansızlıklar içinde rengarek açıyor. Kimisi de altın saksılarda açmıyor, toprağını beğenmiyor.


Bir çiçek gördüm yürürken nerelere gitti aklım. Bir çiçek gördüm içimde ne kadar sıkıntı, ne kadar karamsarlık varsa silindi gitti. Hayatım iyi gitmiyor olabilir şu aralar, sıkılıyor, üzülüyor, neden böyle oldu diye soruyor olabilirim. Hatta çöplük benzetmesi bile yapabilirim yaşadıklarıma. Ama kim diyebilir ki o çöplükten böyle güzel bir çiçek çıkmayacak? Karınca gibi omzumda taşıdığım yükler karlı günlerde beni besleyip daha iyi olmamı sağlamayacak? Bir çiçek beni umutlandırabiliyorsa umutlarım neden gerçek olmasın ki?

3.09.2009

Twitter da ne ola ki?



Kendimi "Mesene" diye bir şey varmış "çet" yapılıyormuş, ne ola ki diyen teyzeler gibi hissettim:) Ben çözemedim şu Twitter'ı. Neymiş, ne yaptıklarını, hayatlarının durumunu vs vs yazıyormuş insanlar. E zaten yapmıyorlar mıydı? Facebook denilen "ilkokul arkadaşı bulma" aracında yazmıyor muydu herkes dakika dakika ne yaptıklarını? Benimkinde yazıyorlardı valla. "Şu an işteyim çok yoğuuun". Yapma yaa, nasıl girdin Facebook'a o yoğunlukta. "Çok eğleniyoruz, coşşş coşşş" Eğlenirken Facebook'a girmek? "Hastayım:(" Hastaysan yat uyu, ne işin var internette.


Facebook demişken o da ayrı bir tez konusu. Güya amaç arkadaş edinmek, eski arkadaşlara ulaşmak. Başlarda güzeldi, eski arkadaşlar buluyordu. Sonra herkeste bir içi içini yeme durumu başladı. "Vay anasını, bu kız ilkokulda sümüklü birşeydi, taş olmuş bu", "Anaam bu gerizekalı Fikret değil mi? Beyin cerrahı olmuş len", "Aaa bu benim lise boyunca reddettiğim çocuk, nasıl olur da Brad Pitt'e bu kadar benzer" blah blah blah...Nikah davetiyeleri bile Facebook'tan gönderilmeye başladı artık. İki çift laf etmediğim, sırf liseden, ayıp olmasın diye arkadaşlık teklifini kabul ettiğim kişiler bana nikah davetiyesi yolluyor. Pat diye gitsem "Pardon, siz kimdiniz?" demeleri pek olası:)

Twitter hesabım var mı? Yok. Facebook peki? Yedik bir halt, duruyor öyle yerli yerinde. Sanmıyorum ki her gün saat saat ne yaptığımı merak edenler olsun. Düşüncelerimi de burdan çizittiriyorum işte. Böyle cik cik siteleri benim bünyeye ters:)

2.09.2009

Ya dövme ya sildirme!

Dövme konusunda kendi adıma tutucuyum. Bu tamamen maymun iştahımdan kaynaklanıyor. Şimdi çok beğendiğim bir şeyi yaptırsam iki sene sonra bakmak bile istemeyeceğimi, yaptırdığım güne lanet edeceğimi biliyorum. Yaptıranlara ve yıllarca dövmelerini sevenlere helal olsun diyorum.Ama şu sevgilisinin adını, baş harfini dövme yaptıranlar var ya. Onlara sesleniyorum, ben sizi anlamıyorum:) Aşktan başı dönebilir insanın, sanır ki ömrünün sonuna kadar hep birlikte olacaklar. Hem kendine hem karşısındakine hem de tüm dünyaya aşklarını göstermek isteyip adlarını kazıtırlar vücutlarına. Sonra o büyük aşk balon gibi söner ve elde kala kala kapatılmak istenen dövmeler kalır. Kimi bol fondötene kimi bilekliklere sığınır. Kimi de paşa paşa sildirmeye ya da üzerine başka dövme yaptırmaya gider.


Herkes bedeni konusunda özgürdür. İstediğini yazdırır, sildirir, deler, biçer. Ama nasıl ki ayrıldıktan sonra sevgiliye dair her şeyin çöpü boylamasına, onun hakkında ileri geri konuşmaya karşıysam bu dövme sildirmeye de karşıyım. Sen zamanında delicesine sevmişsin ki bedeninde de taşımak istemişsin sevdiceğini. Ya hiç yazdırma onu oraya ya da bir zamanlarki duygularına, aşkına, yaşadıklarına saygı duy ve sildirme!

Fotoğraflar: Kaynak

1.09.2009

3 tekerlekli bebek arabaları

Bildiğiniz üzere evli değilim. Nişanlı hatta sözlü bile değilim. Yani bebek mevzularına pek bir uzağım. Peki, yanımdan geçen her bebek arabasına neden her yerini incelercesine bakıyorum? Nedir bendeki bu bebek arabası aşkı?



Hele şu 3 tekerlekliler. Bir heves ediyorum onlara sormayın gitsin. Ama onu itmeye mi içine oturup itilmeye mi heves ediyorum orası tartışılır:) 3 tekerlekli bir bebek arabası gördüğümde hemen gözlerim açılıyor, hemen inceliyorum. Sonra içindekine bakıyorum çaktırmadan:)

Bir de bu var. Anneler, anne adayları biliyordur herhalde ne olduğunu. Kendisi 2. el araba fiyatında!! Sanırım eve geldiğinde transformers gibi şekil değiştirip dadı falan oluyor. Fiyatının tek açıklaması bu benim açımdan:)

Fotoğraflar: E-bebek