Okudum-izledim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Okudum-izledim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5.11.2010

Çemçük!!

Bu sene kalpten gidersem eğer kesin bir salı akşamı olacak bu! İnsan sinirlendiğini bile bile inatla aynı diziyi izler mi? İzliyorum işte. Osman'ımın çalı bacakları hatrına şu çemçük ağızlıya katlanıyorum. 
Sezon başladığında ilk bölüme şöyle bir göz ucuyla bakıp "Iıııh tutmaz annem bu tutmaz, dönem dizilerinin devri geçti" demiştim. Ama "Öyle bir geçer zaman ki" söylediklerimi bir bir yutturdu bana, üstüne bir de müptelası yaptı. Salı günlerini bırakın fragmanlarını bile iple çekiyorum. Gözümü kırpmadan seyrediyorum.
Osman'ımı, Berrin'i, Mete'yi, bakkalı çakkalı bile çok seviyorum. Ama şu Caroline...
Kızım, piiişşt, aklın varsa İstanbul'da karşıma çıkma. Roldü, karakterdi, diziydi dinlemem o sarı saçlarını dolayıveririm elime. Sen ağzını büzüştüre büzüştüre, şımarık şımarık konuştukça ağzına ağzına vurasım geliyor. Her gözüktüğün sahnede "Evet, ben Cemile" diyip böğrüne böğrüne bıçaklar sokmak istiyorum. Öyle uyuz, öyle gıcık bir tipsin ki içimdeki canavarı uyandırıyorsun. Benim uçan kuşu, böceği seven Osman'ım bile seni sevmeyip kapıları suratına suratına kapatıyor! Bi yürü git memleketine, duymayayım "Ağğlii ağlii" diyişini. Akşamları bir dizi zevkim var onu da sinir harbine, cinayet planlarına dönüştürdün. Kızıııım, bak ben Çemile'ye benzemem kaç kurtar canını. "Ağğğli" bile diyemeden tahtalı köyü boylarsın vallahi! Çemçük ağızlı seni!

Not: Yarınki gazete manşeti: Türk dizisine kendini fazla kaptıran 26 yaşındaki Ç. aklını yitirdi:)

13.01.2010

Yardım hattı




Blogumu bir kez daha yardım hattı olarak kullanacağım. Zira aklıma takılan, bulmak için delirdiğim bir mevzu var. Durum şudur: Yıllar önce bir arkadaşımdan okumak için bir kitap ödünç almıştım. Daha kitabın yarısındayken ne olduğunu anlamadan bu arkadaş bana küstü ve "al mektuplarımı, ver mektuplarını" durumu yaşandı, kitabı bitiremeden benden aldı. En sıkıcı kitabı bile zorla bitiren, yarım bırakmaktan nefret eden ben bu kitabı taktım kafama bu aralar. Ne yazarını hatırlıyorum, ne de adını. Sadece hikayeyi hatırlıyorum. Sanırım bir de yayıncısını, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkmıştı kitap galiba.

Konusu da şöyleydi. Bir adam trafik kazası geçirir. Gözünü açtığında bir köydedir. Köy kar yağdığında dünyayla bağlantısı kopan bir köydür. Adam hafızasını kaybetmiştir ve kar olduğundan köyden ayrılamamaktadır. Köy halkı adama bir ev ayarlar. Köylülerin arasında boyu 2 metre kadar bir yarım akıllı vardır. Adamımız onunla takılır. Bu uzun boylu köylü adamı alır doğal sıcak suyun çıktığı kaynaklara götürür, orda yıkanırlar. Bir de adam her gece kabus görmektedir. Bu kabuslarda hep aynı kadın vardır ve kadın bebeğini kaybetmiştir. O kadını hatırlayınca hafızasının geri geleceğine inanır. Finito! Kitap burda elimden alınır:)

Şimdi arkidişler, böyle bir kitap okuyan var mı? Nedir bu kitabın adı? Kim yazmıştır? Yapı Kredi Yayınları'nın sitesindeki 828 kitaba baktım ama hiçbiri tanıdık gelmedi bana. Kitap kurdu arkadaşlarımın yardımını bekliyorum:)

28.10.2009

Visit us again Tess:)

Blogumun ilk yazılarından biri Tess Gerritsen ile ilgiliydi. Kendisi benim en sevdiğim, kitaplarını okumayıp içtiğim bir yazardır. Ne yazık ki kitaplarının hepsi Türkiye'de bulunmuyor. Türkçe'ye çevrilmesini geçtim orjinalleri bile yok ortalarda. Neyse efendim, geçen gün Tess'in sitesinde gezinip okuyamadığım kitaplarına melül melül bakarken üstte bir link dikkatimi çekti. "BLOG"!

Tess'imin blogu da varmış. Hemen ışınlandım tabii ki. En son postunda muhteşem bir haberle karşılaştım. Ayıla bayıla okuduğum Jane Rizzoli-Maura Isles serisi dizi olacakmış. Hatta Jane Rizzoli'yi oynayacak aktrist belli olmuş. Gördüğüm an şok oldum çünkü kitabı okurken kafamda canlandırdığım yüz ile birebir aynıydı seçilen aktristin yüzü. Vay be ne hayal etmişim dedim:)

Diğer yazılarına da bakarken güzel bir sürprizle karşılaştım. Tessciğim meğer bu yaz Türkiye'ye gelmiş. Köşe-bucak gezmiş Türkiye'yi. Nasıl sevmiş, nasıl güzel anlatmış benim güzel ülkemi. Her kelimesinde Tess'i bu kadar sevmemin boşa olmadığını anladım. Demiş ki: "Türkiye'ye gideceğimi duyan herkes orası güvenli değil dikkat et dedi. Oysa ki çok güvenli bir ülke. Paris'e her gittiğimde ya ben ya arkadaşlarım kapkaça uğradık, Türkiye'deyse öyle bir şey olmadı henüz." Ah canım benim, aslında oluyor da çaktırma sen:) Bir de evinin önünde oturan 3 çocuğa annelerinin yemeleri için cips değil üzüm vermesine şaşırmış. Bu tepki Amerikalıların neden obez olduğunu açıklıyor herhalde:)


Keşke bir imza günü düzenleseydi geldiğinde de elimdeki bir yığın haline gelen kitaplarını imzalatsaydım ona. Bunu saymam bir daha beklerim Tessciğim. Bak üzüm de veririm sana, yeter ki gel:)


Fotoğraflar: Tess'imin Blogu:)

6.09.2009

KültürTV indirimi


KültürTV'de 5-6-7 Eylül'de tüm kitaplar kredi kartına %50, havale ile %60 indirimli. Ben kitaplar arasında kaybolmuş durumdayım. Kendimi frenlemeye, batmamaya çalışıyorum:) Daha önce alışveriş yaptığım bir site olduğundan ufak bir tüyo vereyim. Birden çok kitap aldığınızda kitapların toplanması ve kargosu uzun sürüyor. Zaten sitesinde de kargoların 14 gün içinde ulaştığını yazmışlar. Ama internette arattığınızda birçok şikayetle karşılaşıyorsunuz. "5 gün oldu kitaplarım gelmedi", "Bir haftadır paket yok ortalarda" diye. Ben siparişimin 3 haftada gelmesini göze alıyorum. 2 hafta onların verdiği süre 1 hafta bizim postacının yavaşlığı:) Bir kitap fiyatına 2-3 kitap alabilmek için beklemeye değer bence:)

30.06.2009

Ve karşınızda...

10 sene sonranın en yakışıklı erkeği...

Pazar günü Nicolas Cage'in son filmi Knowing-Kehanet'i izledik. Film tam benim sevdiğim tarzdaydı. Kıyamet kopsun, okyanuslar kabarsın, buzul çağı yaşansın, hortumlar evleri uçursun, uçak düşsün... ve ben sıcak evimde seyredeyim:) Böyle garip bir film zevkim var. Bu film de o türe girdiği için çok beğendim.

Filmde boncuk boncuk bakıp "Şişşt ben 10 sene sonranın Brad Pitt'i olacağım nabeeer?" diyen bu tatlı ufaklık Chandler Canterbury. Şimdiden güzel bakmayı öğrenmiş, maviş bir yakışıklı. 10 sene sonra gazeteleri elimize aldığımızda şimdinin 20'li yaşlarında olan bir starıyla aşk yaşadığını okuyabiliriz. Ne de olsa genç sevgili her daim moda:)

Umarım bu mavi boncuk diğer çocuk Hollywood yıldızları gibi sonunu kendi elleriyle hazırlamaz. Yakışıklı olduğu kadar akıllı da olur ve "geleceğin Brad Pitt'i" kehanetimi doğru çıkarır:)

29.03.2009

Haftasonu özeti

Son aylardaki en rahat, en tasasız, en keyif dolu haftasonunu geçirmiş bulunuyorum. Gezmiş tozmuş, alışveriş yapmış değilim. 2 gün de evdeydim. Herhalde evde yapacak bir şeyim olmadan oturmayı özlemişim ki çok iyi geldi. Tabii çıkıp oyumu kullandım. Onu yapmayacak kadar tembel değilim çok şükür.
Cumartesi günü 5 haftadır izlemeyip biriktirdiğimiz Lost'u izledik. Farkettim ki Lost izlerken inanılmaz yoruluyorum. Lost hariç diğer diziler kafamdakileri atmama yararken Lost beynimde fırtınalar yaratıyor. 5. sezondayken 1. sezona atıfta bulunulmaz ama canım, "aman neydi o olay?", "kimdi bu?", "ne olmuştu?" derken beynim sulanıyor. 10. bölüm hakkındaki teorileri daha okumadım ama kendi teorimi ortaya atıyorum. Sun, Namaste amcanın kızı. Hadi bakalım, what if it happens:)


Cumartesi akşamı da Marley&Me'yi izledik. Daha önceden de yazdığım gibi Jennifer Aniston ile Owen Wilson'ı yine birbirine çok yakıştırdım. Hatta Brad Pitt ile yakıştığından daha da çok. Filmi komedi filmi diye izledim ama sonlarına doğru gözlerim dolu dolu oldu. Aile ile ilgili çok çok güzel bir filmdi. Evli olanların, evlilik planları yapanların mutlaka izlemesi gerekiyor. Zira evliliğin toz pembe olmadığını ama kara bulutların bile evliliği güzel kıldığını anlatıyor film. Evlilikle uzaktan yakından ilginiz yoksa, o zaman filmdeki köpeğin güzelliği için izleyebilirsiniz. Hayvan da sevmem ben diyorsanız evler güzel, evlere bakmak için izleyin. İzleyin işte canım:)


Bir de sufle yaptım ama mükemmel tarifi yakalayamadığımı düşündüğümden yayınlamıyorum. Daha öncekinde şeker miktarı azdı bunda da çikolata çok gibi geldi. Azimliyim mükemmel sufle tarifini bir sene içinde bulacağım:)

Umarım sizin de haftasonunuz güzel ve dinlendirici geçmiştir. Saatlerin ileri alınması sersemleştirmemiştir sizi. Hepimize kolay geçen, güzel bir hafta dileklerimle.

12.03.2009

Krizdeyim!


Bu hafta Kanaltürk'te Krizdeyiz programına takıldım. Programda, kriz nedeniyle maddi güçlük çeken ailelerin evine gidilip masrafları irdeleniyor. Sonrasında da simit satarak, ayakkabı boyayarak para kazanmaları ve 9.90 liraya 7 kişilik sofra hazırlamaları isteniyor. Öyle insan profilleri var ki yarışmada Yemekteyiz'dekilerden beter krize soktular beni.

Masrafların irdelenmesi aşamasında ağzım beş karış açık kalıyor. Pazartesi günü gittikleri bir ailede hanımefendinin 22 adet kotu vardı! 22 adet! En büyük tutkusu marka çanta almaktı. Hani şu kısaca 2 harf olanlardan. Bir de, " Bir şey değil ki 3000 dolara aldım" demez mi! Beyefendi ise kendi traş olamıyordu. Aylık berber masrafı 600 liraydı. Bu ailenin aylık geliri 10 bin lira, gideri ise 17 bin liraydı. Böyle bir kriz ortamında, her ay 7 bin lira açık veriyorlardı. Şu ana kadar, harcarlarsa harcasınlar canım başkasının parasından bize ne düşüncesiyle okumuş olabilirsiniz. Ama o evde minicik bir çocuk da vardı. Annesi babası gülerek harcamalarını anlatırken, arkada yatağın üzerinde oturan sessiz bir çocuk. Bu çok düşünceli anne-baba iki harfli çantaların peşinden koşarken, bir jilet tutmayı öğrenemiyorken arkadaki çocuklarının geleceklerini çaldıklarının farkındalar mıydı acaba?

Alışverişe, gezmeye, tozmaya asla karşı değilim. Herkes bütçesi oranında istediğini yapabilir. Ama konu müsriflikse işte orada ben yokum! Küçücük bir çocuk, onun geleceği söz konusuyken sen "materyal" peşinde koşuyorsan, gözüm görmesin seni. Umarım böyle insanlar bir gün uyanırlar da iki harfli çantalara yatırım yapmak yerine, iki heceli bir varlığa "çocuğa" yatırım yaparlar.

1.03.2009

Click


Didaktik olmadan mesaj vermeyi başarabilen, insanı dönüp hayatına baktıran filmleri çok seviyorum. Bu filmler içinden de en çok Click'i seviyorum. Az önce 3. kez izledim, taze taze size anlatayım:)

Click kısaca "Family comes first" teması üzerine kurulmuş bir film. Benim hayatım da aynı tema üzerine kurulu olduğundan bu filmden etkilenmemem mümkün değildi zaten. Hırs, yükselme isteği, başarılı olma aşkıyla hayatımızı nasıl ertelediğimizi, sevdiklerimizi aslında farketmeden ne kadar çok ihmal ettiğimizi gözler önüne seriyor film.

Hırs uzak durmaya çalıştığım çok tehlikeli bir duygu. İnsana bir kere bulaştı mı önce göklere çıkarıp sonra bir anda yere çarpar. İstediğinizi elde ettikçe ilk başta hoşunuza gider. Her istediğiniz sizin oldukça göğe yükselirsiniz. Sonra yetmemeye başlar, dahası için sizden bir şeyler vermenizi ister. Bu kimi zaman zamanınız kimi zaman sağlığınız kimi zaman da mutluluğunuz olur. Onları da verirsiniz ama hırs bir kere sarmıştır ruhunuzu. Daha, daha, daha diye histerik çığlıklar atar içinizde. Vereceğiniz bir şey kalmadığından yere çarpış anı başlar. İstedikleriniz sizin olmadıkça çirkinleşmeye başlarsınız. Her başarısızlıkla yerde gözlerinden fıskiyeler gibi su fışkırtan Japon çizgi film karakterlerine dönersiniz. Elinizde kocaman başarısızlıklar, elden gitmiş mutluluklar, kaçırılmış anlar... Peki, başlangıç noktasına geri dönelim. Nasıl gelmiştik biz buraya? Elde etme duygusuyla, başarma duygusuyla değil mi? Ne kadar masum bir istekti oysa ki, ta ki hırs denilen melek görünümlü şeytanla tanışana kadar. Ben şu ana kadar kanmamayı başardım o melek yüzlüye çünkü her zaman bir önceliğim vardı. Sizin de o melek yüzlüyle karşılaştığınızda tutunacak bir "önceliğe" sahip olmanız dileğiyle...

22.02.2009

Travma filmlerim:)



Çocukluğumda defalarca izlediğim ve hayatımda travmaya sebep olan iki film: Beetle juice ve Tremors. Beetle Juice, bir ara Star'da (Inter Star:)) her pazar öğleden sonra yayınlanırdı. Her defasında da izlerdim. Çoğunlukla korkmazdım ama, öbür tarafın bekleme salonuna giden çiftin olduğu sahne uzun süre geceleri yatarken aklımdan çıkmamıştı. Bekleme salonundaki kafası gövdesinden küçük olan adam. Brrrr. Sinema tarihinin en komik korku karakterinden nasıl olmuş da o kadar korkmuşum bilmiyorum.
Bir de Beter Böceği biz Türkler "Bettle Juice" diye biliyormuşuz. Türk sinema sitelerinde Bettle Juice, yabancılarda Beetle Juice. Ben imdb'yi referans alarak nickimi değiştirdim:) Şimdiye kadar onlarca kez izlediği filmin adını kendine yanlış olarak nick yapan blogger olarak tarihe geçtim, hayırlı olsun:)

Diğer film de yine Star'ın pazar akşamları filmi. Tremors, bizdeki adıyla Yeraltı Canavarı. Şimdi bile yazarken tüylerim ürperdi. Yerin altında kımıl kımıl gezen canavarlar, onları öldürmeye çalışan kasaba insanları ve filmden sonra yere basamayan Çilli:) Canavar geldikçe toprağın hareketi, ağzından çıkan yılanımsı yaratıklar ödümü koparıyordu ama izlemekten de geri kalmıyordum.




Sizin de var mı küçükken travmaya sebep olan filmleriniz?:)

10.02.2009

Film zehirlenmesi

Haftasonu 4, dün 1 olmak üzere üç günde 5 film izleyerek beynimin sınırlarını iyice zorladım. Film izlemek iyi hoş da, üstüste izleyince kurgular birbirine giriyor. Hele ki filmlerden dördü Türk filmi ise ve oyuncular az buçuk ortaksa aman aman.


Açılışı 'Beyaz Melek' ile yaptık. Hakkındaki olumlu onca yorumdan sonra insanın dili varmıyor ama film tek kelimeyle fiyasko. Sanki 'Yaşlılarımızı koruyalım, sevelim' konulu bir kompozisyon yazmış bir ortaokul öğrencisi, Mahsun Kırmızıgül'de ona baka baka senaryo yazmış gibi. O kadar büyük oyunculara yazık olmuş.

Kabadayı ise Kenan İmirzalıoğlu ve Şener Şen'in hatırına izlenebilecek bir film. Çoğu yerde eleştirildiği gibi çakma Eşkiya gibi olmuş. İsmail Hacıoğlu eğreti durmuş, Aslı Tandoğan mıy mıy gezinip duruyor film boyunca. Kenan İmirzalıoğlu ise döktürüyor. Oyuncu hatırına izlerim film diyorsanız, Kenan ve Şener Şen izlenebilir kılıyor filmi.


Hayatımın Kadınısın... İşte bu film izlenir. Hem oyuncuları için (Türkan Şoray, Uğur Yücel, Ezgi Mola...) hem de içinize dokunan bir aşk hikayesi için. Orhan Gencebay şarkıları da ekmek kadayıfı üstündeki kaymak gibi. Miss:)


Gönderilmemiş Mektuplar ise sanki Selvi Boylum Al Yazmalım'ın devam filmi gibi. Selvi Boylum Al Yazmalım'ı 10'lu sayılarda izlemiş biri olarak bu filmi de çok sevdim. Ben Türkan Şoray-Kadir İnanır, Tarık Akan-Emel Sayın arasında yaşanılamamış ya da yarım kalmış bir aşkın olduğunu düşünüyorum. İçin için üzülüyorum onlar için:) Filmde yan yana görmek Türkan Şoray ve Kadir İnanır'ı çok hoşuma gitti. Öneriyorum:)

Son film: The island. Film hakkında söyleyeceğim her şey spoiler içerebilir o yüzden hiçbir şey söylemiyorum. Sadece gerçek hayatında da saf, herşeyi hemen anlamayan biri olduğunu düşündüğüm Scarlett Johansson'u aynen öyle bir rolde görmek çok eğlenceliydi. Hallerine bol bol güldük. Bu film de onay aldı benden.

Herkese iyi seyirlerrr:)

6.02.2009

Yer Fıstığı ve Yaprak Dökümü



Çarşamba akşamı bir yandan Yaprak Dökümü'nü izlerken bir yandan da yer fıstığı yedim. Aynı gün Dünya Kanser Günüydü. Haberlerde kanseri önlemede etkili yiyecekler arasında yer fıstığı da vardı. Alabalıktan sonra en yüksek folik asit içeriği yer fıstığında varmış. Hem sağlıklı hem lezzetli bir kuruyemiş fakaaaat kalorili:( Kendimi aldığım kalorilerin yarısını, kabuğunu kırmaya çalışırken harcıyorum diye kandırıyorum:) Ayrıca folik asit alıyorum canımmm:)

Yaprak Dökümü, Şevket değişimi nedeniyle izlerken eziyet çekmeme neden oluyor. Uzun zamandır izlediğim programlarda keskin değişimlerden hoşlanmıyorum. Hele gelenin gideni fazlasıyla arattığı değişimlerden hiç hoşlanmıyorum. Değişim yerine karakterin ölmesini yeğliyorum. Ölürse bir bölüm üzülüyor insan, değişimde o karakteri gördüğü her bölüm. Eski Şevket cevval bir karakter olmasa da karakter sahibi, kendi doğruları ve fikirleri olan biriydi. Yenisiyse vur ensesine al lokmasını familyasından. Ezik, mıymıy, herkesin karşısında süklüm püklüm... Ayrıca Ali Rıza Bey'in oğlu dişleri sarı, saçları jöleli biri olamaz! Diğer çocukların arasında Şevket sütçünün oğlu gibi duruyor:) Diğer çocuklar demişken Leyla her hafta biraz daha döktürüyor. Şevket otur sıfır, Leyla yıldızlı 10:)

1.02.2009

Doktor,korkuyorum!

Şu aralar tıbbi gerilim-polisiye romanlara sarmış durumdayım. Carrefour'da kitap reyonunu karıştırırken bulmuştum bir kitabını Tess Gerritsen'ın. O gün bugündür pek severiz birbirimizi. Kendisi bir dahiliye uzmanı ama mesleğini bırakıp yazarlığı seçmiş. Kitapları tıbbi gerilim ve romance olarak iki gruba ayrılıyor. Benim okuduklarım ilk gruba dahil, romance ile işim olmaz:P


Türkiye' de Cerrah-Çırak-Mephisto Kulubü üçlemesi diye geçiyor Tess Gerritsen'in kitapları. Oysa ki o kitaplar Dedektif Jane Rizzoli serisine ait ve o seri 3 değil 7 kitaptan oluşuyor. Ülkemin pek değerli yayınevleri ilk iki kitabı Türkçe'ye çevirdikten sonra hooop 6. kitaba atlamışlar. Aradaki kitaplar yok! Her kitabın birbirinden bağımsız hikayeleri olduğundan çok büyük bir sorun değil ama bazı konuşmalarda geçmişe refere ettiklerinde "Noluyo ya?" diyebiliyorsunuz.




Kitaplardaki hikayeler ise çok sürükleyici. Benim tıp ve biyolojiye özel ilgim olduğundan kullanılan tıbbi terimler, biyolojiye göndermeler çok hoşuma gidiyor. Bir de ben çok korkuyorum okurken:) Abime göreyse, klişe, sonu tahmin edilebilen, Hannibal'in yanında esamesi okunmayacak kitaplar. Zevkler ve renkler, abim ile ben söz konusuysak kesinlikle tartışılmaz:)