30.04.2010

Bim bam bom, duyun ey dostlar:)


Benim de artık bir işim var:)

Blogda bu haberi vereceğim günü iple çekiyordum. Krizdi, oydu buydu derken istediğim işi bulma sürecim uzadı da uzadı. Salı günü aldığım bir telefonla bu sürece noktayı koydum:) Telefonun Salı pazarındayken gelmesi, benim "Gel ablaaa geeel, 3'ü 5 lira ablaaa, baağğyaaan bakar mısııın?" sesleri arasında İK ile konuşmam biraz garip olsa da işi kaptım;) Salı pazarı düşkünü biri iş teklifini de pazarda alır ama di mi? O pazar psikolojisiyle İK ile pazarlık yapmadım iyi ki :)

2 gün eğitim için gittim, pazartesi işbaşı yapıyorum. Heyecanlıyım, biraz korkularım var ama çok güzel olacak herşey hissediyorum. Şu an tek problemim topuklu ayakkabılar ve hanım hanımcık giyinmek. Şimdiden bol kotlarımı, tshirtlerimi, spor ayakkabılarımı özledim. Amaaan, tek derdim bu olsun di mi? İşim var benim artık, hohoooyt:))

Darısı tüm isteyenlerin başına.

26.04.2010

Yaşasın damızlık kadınlar!



İki hafta önce okudum Feryal Gülman'ın röportajını. Tanımam, etmem, ilgilenmem. "Cemiyet hayatının" insanlarından biri işte der geçerim. İTÜ mezunu olduğunu görmem mi ilgi mi çekti, "Başbakan olabilirdim" başlığı mı bilmiyorum okudum röportajını. Şok oldum! Hatta dehşet içinde kaldım. Niye mi? Buyrunuz, direkt röportajdan alıyorum:

* Filmi geriye sararsanız hangi anı en ama en mutlu olduğunuz an?

- Elbette oğlumu kucağıma aldığım an. Yumurtalığımdaki bir rahatsızlıktan dolayı, uzun bir süre tedavi gördüm. Ona sahip olabilmek için tam dokuz ay yattım. Yedinci ay dolana kadar düşük tehlikesi vardı. Onu kavuştuğum anı, hiçbir şeyle mukayese edemem.

* Bir efsane gibi anlatılıyor, eşiniz doğumdan hemen sonra size, “Diyetisyene ne zaman gidiyorsun?” demiş, doğru mu? Üzülmediniz mi?

- Üzülmez olur muyum? Hastaneden yeni gelmişiz. Hamileliğim sırasında 30 kilo almıştım. Artık iştahım ne kadar açıksa ve masada ne kadar yedimse, eşim birden bana “Diyetisyene ne zaman gidiyorsun?” diye sordu. Çatal bıçak elimden düştü, kendimi çok kötü hissettim. 15 gün sonra da kendimi diyetisyende buldum. Ama oğlumu emzirdiğim için bir taraftan da sütümün kesilmemesi gerekiyordu. O yüzden, diyetisyen de özel olmalıydı. Hem kilo verdim, hem emzirdim. Altı ay sonra eski formuma geri döndüm.
 
Bu ne yahu? Bu nasıl bir adam? Hatta nasıl bir insan? Eşiniz çocuk sahibi olamadığından tedavi görüyor, sürekli yatıyor, düşük tehlikesi var ve doğumun ertesinde siz ona diyetisyene ne zaman gideceğini soruyorsunuz. Eyy odungillerin baş üyesi, bu kadın bu çocuğu tek başına mı yaptı? Bu kadın o kiloları keyfinden mi aldı? O sana sağlıklı bir evlat vermek için türlü ağrılar, türlü duygusal iniş-çıkışlar, vücudundaki değişimlerin getirdiği psikolojik sıkıntılar, anneliğe dair endişeler yaşarken sen oturup Fenerbahçe-Galatasaray derbisini izledin büyük ihtimalle. Sonra hoooop hazır paket bebek geldi kucağına. Yine değişmedi ama hayatın, gece ağladığında anne kalktı, anne besledi, anne uyuttu, anne yıkadı, anne eve hapsoldu. Sen agucuk gugucuk zamanlarında, "benim aslan oğlum" diye sevip "kesin Fenerli olacak bu oğlan" diye övünüp durdun. Sonra baktın karşına, eşin evlendiğin kadın değil. 80 kilo olmuş bir dev!! Iyyy, dokunasın bile gelmiyor içinden. Saçları da pek yağlı, yakasında da kusmuk kurumuş. Bak bak bir de ekmeğe yağ sürüyor dana! Eee, karılık görevini yerine getirmesi lazım hemen, Dur sen şuna bir laf sok! Hah şu an tam sırası, poğaçayı ağzına tıkacak bir şey söylemezsen. "Diyetisyene ne zaman gidiyorsun?"
 
"Çocuğumuzun aşısı ne zaman?" değil, "Bu gece ben ilgileneyim sen rahat uyu" değil, "Akşam hep beraber yürüyelim, birlikte vakit geçirmiş oluruz" değil. En kalasından, en odunundan, en kilosunu pasaklılığını yüzüne vuranından bir soru. Aaa pardon unutmuşum, biz damızlıktık değil mi?

NOT: Feryal Gülman'ın ailesinden bir kişi tarafından bilgilendirildim. Röportajda söylenenler ile yazılanlar birbirinden çok farklı imiş. Ayşe Arman ses getirecek şekilde kendince yorumladı herhalde. Yorumlarda kişi üzerinden değil de durum üzerinden gidersek daha iyi olur diye düşünüyorum. Kimseyi zan altında bırakmak istemem. Ah Ayşe ahh, kadına çemkirdik durduk senin yüzünden:)

22.04.2010

Anket defterime yazar mısın?



Bir süredir gizliden gizliye beklediğim, ah gelse de cevaplasam dediğim mim Rosein ve Nah a Perfect Day 'den geldi. Ohh şükürler olsun, teşekkürler kızlar:) Bakalım neymiş bu kadar istediğim mim:))

İsminiz : Çilli:)

Yaşınız : 26

Mesleğiniz : Kimya mühendisi

Boyunuz : 166 cm

Kilonuz : Ühühüh 54.2 :( Bir zamanlar 52'ydik pek muhteşemdik be Çilli:(

Ayak numaranız : Tam tamına 37.5. Sadece Nine West'te huzura eriyor ayaklarım. Onun dışındaki markalarda kışlık ayakkabıysa 38, yazlıksa 37 alıyorum.

Saç renginiz :  Yazları açık kumral ve kurak, kışları koyu kumral ve yağmurlu:)

Göz renginiz : Ela

Kaç kardeşsiniz ve meslekleri: Bir abim var, kendisi bankacı.

Babanız : Bankacı

Anneniz : O da bankacı:) Banka işlemlerinizi yaptırmaya bizim eve gelebilirsiniz:)

En beğendiğiniz huyunuz : Safım, hatta saftiriğim. Bu huyum çoğu zaman kötü sonuçlar doğursa da, sonunda üzülsem de herkesin iyi olduğunu, kimseden zarar gelmeyeceğini, herşeyin güzel olacağını düşünmek hayatımı kolaylaştırıyor.

Hiç sevmediğiniz huyunuz : Çıtkırıldımlığım. Hem fiziksel hem de ruhsal çok sağlam değilim maalesef. Kötü olmasına bile gerek yok nötr bir lafta bile kırılabiliyorum. Kendi kendime küsüp kendi kendime barışıyorum, küstüğüm kişinin ruhu duymuyor. Lafın altında kalıyorum, o an söyleyecek söz aklıma gelmiyor. Aval aval bakıyorum, sonra da ah şunu diyeydim keşke diye kendimi yiyorum. Kısaca biraz daha güçlü biri olmayı dilerdim

En beğendiğiniz yeriniz : Sırtım. Valla ne yalan söyleyeyim pek bir düzgün:)

Hiç beğenmediğiniz yeriniz : Popocağzım. Hiç hoşlanmamama rağmen Jennifer Lopezgillerdenim.

Çantanızda mutlaka ne bulunmalı : Kesinlikle cüzdanım! Parasız kendimi çok kötü hissediyorum. Üzerimde 5 liram olsun ama param olsun mutlaka:) Onun dışında her şeyimi zaman zaman unutuyorum. Hele ki telefonumu:) Hep son dakikada çantaya giriyor.

Çantanızda asla bulunmaz : Sigara!!

Arabanızın markası : Annem ne arabası? Ben 6 senedir direksiyon başına oturmadım. İstanbul trafiğinden ürküyorum.

Hayalinizdeki araba : Toyota Verso. Pek bir aile arabası, çok hoşuma gidiyor:)

En sevdiğiniz yemek : Huh! Çok çok zor bir soru. Her türlü hamurişi, her türlü unlu mamül, her türlü tatlı, abur cubur, fast food... Ben hepsini seviyorum. Ama biri seçeceksem makarnayı seçerim.

Hiç sevmediğiniz yemek : Sakatatlar! Bögh, yazarken bile kötü oluyorum.

En sevdiğiniz hayvan : Bu aralar Ramiz'iiimm:) Ay deli oluyorum onun için, severken öldüreceğim hayvanı:)

En korktuğunuz hayvan : Yılan ve fare. Çok pisluklar yaa:)

Kullandığınız parfüm :  The Body Shop'tan Vanilla, Oceanus, Sparkling Apple, Revlon Fire & Ice Cool, EST Swiss Chocolate. Elim hangisine giderse onu kullanıyorum.

Kullandığınız cilt bakım ürünleri : Yüz kremim Olay 7 effects, güneş koruyucum Bioderma, göz kremim Sebamed Q10, gece kremim Excipial Lipo, makyaj temizleme Acıbadem sütü, vücut ürünlerim The Body Shop, selülit kremim ROC

Her gün mutlaka yaparsınız :  Yaşamsal faaliyetler dışında her gün mutlaka çay içerim. Teinsiz bir hayat düşünemiyorum. Hamileyken Allah yardımcım olsun:)

Her gün yapmayı ihmal edersiniz : Haber izlemek, okumak. Bir ihmal değil tercih. Hatta itina ederim bir habere denk gelmemek için.

Karanlıktan korkar mısınız : Hem de nasıl. Ufacık da olsa bir ışık olmalı uyuduğum odada. Ama odamdan bir şey alacaksam karanlığın içine içine yürüyebiliyorum. Biraz çelişki var sanki burda:)

Korkutmayı sever misiniz : Çocukken abim tarafından bolca korkutulduğum için sevmem. Korkan tarafın halinden anlarım:)

Giyim tarzınız : Rahat olan ne varsa giyerim. T-shirt, jean, hırka en sevdiğim üçlü.

Asla giymeyeceğiniz : Şalvar pantolonlar,deri etek-pantolon.

Cep telefonunuzun markası : Nokia. Takıntım var başka marka kolay kolay kullanmam. Aman da Nokia süper markadır diye değil, sadece Nokia'nın menüsünü anlıyorum ondan:)

Bilgisayarınızın markası: Büyükbaş laptopım HP, küçükbaş netbookum Asus.

Karşı cinste aradığınız özellikler: Güvenebileceğim birini arardım hep. Buldum:)

Karşı cinste hoşlandığınız tip: Adam gibi adam olsun, oturmasını kalkmasını bilsin, Allah korkusu olsun, bir evi olsun, SSK'sı olsun... Ay nolüyüür, anneee kapat Esra Erol'u:)

En sevdiğiniz oyuncu : Adam Sandler. Bir filmde onun adı geçiyorsa o filmden hiç tereddüt etmem.

Benzetildiğiniz oyuncu : Oooo en şenlikli cevap:) Çok fazla benzetilirim birilerine ama bence hiçbirine benzemiyorum. Şu ana kadar duyduklarım: Ebru Gündeş, Gülşah Alkoçlar, Tiffany Amber Thiesen, Martina Hingis, Angelina Jolie (her kalın dudaklı Angelina Jolie, tabi), Funda Arar, Charlize Theron...

Film çekmek istediğiniz ünlü : Adile Naşit. Film çekmek değil de o aile temalı Yeşilçam filmlerinden birinde figüran olarak takılmak isterdim:) Böyle mutlu mutlu, soba başında sıcacık bir sahnede olsaydım keşke ben de.

Başka birşey yapmak istediğiniz bir ünlü:  Mehmet Yaşin ile yemek yemek isterdim:)

Tuttuğunuz takım : BeşiktAŞK!

Hangi dalda sporcu olmak isterdiniz : Tenis. Bir Grand Slam kazansaydım fena olmazdı:)

En büyük hayaliniz : Yan masamda beni candan seven, arkamı döndüğüm an kuyumu kazmayan, hatta arkamı kollayan bir iş arkadaşımın olduğu, 8-17 çalışılan, maaşı da az biraz iyi bir iş hayal ediyorum:)

Gerçekleştirdiğiniz hayal : Kim daha çok seviyor sorusunu kendime sorduğumda cevabı bulamayacağım bir sevgilim olsun isterdim. Oldu:)

Asla yapmam dediğiniz çılgınlık : Bungee jumping, paraşütle atlama, para-sailing gibi yükseklik içeren aktiviteleri yapamam. Yüksekliği düşündükçe içim bir hoş oluyor:)

İlkokul anketi tadındaki bu mim benden Pırlanta Kutusu'na, Zuzu'ya ve de Poh Poh Perim'e gitsin. Tenefüste yazın ama kızlar, örtmen görmesin:)

19.04.2010

Emirgan korusu

Geçen cumartesi sabah 8.30'da döküldük yollara. En güzel lalelerin Emirgan Korusu'nda olduğunu duymuştum bir yerlerden. Hazır lale mevsimi başlamışken, beden de gezmek istiyorken istikamet Emirgan'dır ileri diyiverdik. Ulaşımı düşündüğümüzden rahatmış, hatta 5 sene okuduğum okulun arkasıymış Emirgan Korusu. Şişşt çaktırmayın:)



Biz girdiğimizde daha insan istilası başlamamıştı. Otoparktaki 3. araç bizdik. Sadece kuş cıvıltılarının, rüzgarın sesinin duyulduğu, burnumuza lale, biçilmiş çimen kokusunun geldiği muthteşem bir sabah yaşadık. Ve sürekli şunu tekrarlayıp durdum: "Cennet herhalde böyle bir yerdir"


Kahvaltımızı Sarı Köşk'te yaptık. Yine erken gitmenin avantajıyla sakin, rahat rahat, şu masada mı otursak bu masada mı lüksüne sahip, lezzetli bir kahvaltı sundu bize Sarı Köşk. Belediye işletmesi olduğu için gitmeden önce kafamızı kurcalayan "Acaba lezzetli midir? Acaba memnun kalır mıyız?" soruları silip süpürdüğümüz tabaklarımızla birlikte silindi. Ama biz kahvaltımızı bitirirken bir insan akını doluştu köşke. Listeler yapıldı boşalacak masalar için, sesler yükseldi kaç saattir bekliyoruz diye, masada oturanlara ters bakışlar atıldı. Biz tam zamanında sıvıştık savaş ortamından:) Sabahki huzur dolu, sakin mekan bir anda kılıçların kuşandığı arenaya dönüştü. Diyeceğim odur ki 2 saat az uyuyun ama sabah saatlerinde çıkarın buranın keyfini:)

Sonrasında bol ördekli, bol laleli, bol mis kokulu bir yürüyüş yaptık. Güneşin altnda kemiklerimi ısıttım, çimenlere dokundum, Boğaz'a bakıp "bir gün İzmir kadar sevebilecek miyim seni ey İstanbul?" diye düşündüm. Ve artık "ipini koparan gelmiş" kıvamına gelince kalabalık ortamdan kaçtık.


Günün olayı otoparka giderken yaşandı. Ağaçta ordan oraya zıplayan sincabı görünce herkes başına toplandı. Benim -ki 26 yaşındayım- ikinci sincap görüşüm. Ağzım açık bakıyorken sincaba yanımdaki 4-5 yaşındaki kız ile annesi arasında şu konuşma gerçekleşti.

-Aaaa anne sincap, baksanaaaa
-Öfff Kımılcan, sanki hiç sincap görmedin. Ne var bunda?

Sanki sokak kedisi gösterdi kız:) Tey Allahım:) Velhasıl Emirgan gidip, görülmeli, sevilmeli... Ama mutlaka sabah saatlerinde...

14.04.2010

Gel pisi pisiiii


İstiyorum sizi. Ayağımı sarın istiyorum... Acıtmayın canımı istiyorum... Yumuş yumuş gezinelim bütün gün istiyorum... Bir de sizi bulayım istiyorum. Nerelerdesiniz ayol?

Yanıyor mu sarı köşkün lambası yar:)



Cumartesi günü hayatın aslında bir romantik-komedi filmi olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Emirgan Korusu'ndaydım... Sarı Köşk'te... Ben ki tam bir Anadolu yakası insanıyım, 3-4 ayda bir geçerim Avrupa yakasına. Onda da Beşiktaş'a, Taksim'e giderim. Emirgan'a en son 2002'de gitmişim. Nasıl gidilir onu dahi bilmiyordum. Oldu bir şekilde ve gittim. Bayıldım güzelliğine, lalelere, kuğulara, sincaplara ama onlar ayrı bir yazı konusu. Kahvaltımızı ettik, gezdik dolaştık ve kalabalıklaşmaya başlayınca koru kaçtık. Eve gelip twitter'ı açmamla ağzım açık kaldı. Pretty, Sarı Köşk'ün fotoğrafını koymuş, "Emirgan'da bir öğle vakti" diyor.

Akşam telefonda konuşunca farkediyoruz ki ben Sarı Köşk'ten ayrıldığımda o giriyor. Belki de filmlerdeki gibi, ben tam kafamı çevirdiğimde o geçiyor yanımdan. Ya da ters yönlere yürüyoruz birbirimizi görmeden. O İstanbul'un bir ucunda ben bir ucunda. Hadi semti tutturduk da mekanı nasıl böyle denk getirdik bilmiyorum. Ama kararlıyız bir gün aynı mekanda o karşıdan salınarak gelirken ben kafamı çevirmeyeceğim. Romantik-komedilerde ikinci seferde görmez mi hep kahramanlar birbirlerini:)

Not: Ve sonra öğreniyorum ki o gün Haydins de ordaymış. Sahi her gün kaçımız yanyana geçişiyoruz acaba?

12.04.2010

Yaşasın oburizm!

Bu mimle ölürüm beni kimse tutamaaaz... Pofidik bana öyle bir mim paslamış ki mimi sonuna kadar yazıp ölmezsem daha da ölmem:) Onun mimini okurken az kalsın can teslim ediyordum, o fotoğraflar, fotoğraflardaki mamalar. Oy oy oy:) Mimin konusu lezzet mekanlarımız. O zaman damak çatlatan lezzetlere sahip mekanlarım gelsin. (Burada yazarımızın Mehmet Yaşin butonuna basılmıştır:))

Maalesef gittiğim, sevdiğim yerlerin fotoğrafları açılmayı reddeden diğer laptopımda. O yüzden itinayla fotoğrafları google'dan çalacağım. Haberiniz ola:)

Anzer Sofrası:  Sarıyer'de otururken favori mekanımızdı. Anzer köftesi, laz böreği, mıhlaması... Sanki Karadeniz'deymişsiniz gibi. Şimdi Kireçburnu'na taşınmış galiba. Artık bana çok uzak kalıyor ama sizin yolunuz düşerse oralara benim için bir laz böreği yiyiverin gari:)



Hamurabi: İstanbul'a beni yurda bırakmaya geldiğimizde babam götürmüştü beni. Ondan sonra da çok gittim. Sanki oraya gidince daha yakın oluyordum ailemle. 5-10 masasıyla, leziz börekleriyle, demli çayıyla İstiklal Caddesi'nde en sıcak bulduğum mekan.


Makarnacı: Burda haykırmıştım ona olan sevgimi. Hala seviyoruuuum:)

Hanımağa: Kadıköy'de Final Dersanesi'ne çıkarken köşede, iddiasız, dışardan bakınca salaş ama lezzetleriyle damak çatlatan (aha yine biri butona bastı:)) bir yer burası. Lokma döneriyle, öğrenci evi işi makarnalarıyla beni yıllardır mest ediyor.

İzmir Site Unlu Mamüller: Sanırım 7 sene boyunca ben buranın profiterolü dışında ağzıma profiterol sürmedim. Hatta İstanbul'a ilk geldiğimde babam yurda göndermişti:) Öyle güzel yapıyorlardı ki, çikolatası böyle yoğun yoğun, kreması mis kokulu. Perfecto!

Murat Muhallebicisi: En sevdiğim profiterol İzmir'de diye profiterolsüz mü kalacağım sandınız? En güzel profiterolün İstanbul şubesi. Aynı yoğun çikolata burda da var. Nımmm nımmm!


Pelit Pastanesi: Pastada daha iyisini yemedim henüz. Sui, profiterollü, ekpa... Bol malzemeli, tazecik, leziz mi leziz. Off yaa, yazarken canım çekti:)

Şelale Restaurant: Bilecik-Antalya yolu 15. km'de bir restaurant, giderken sağda dönerken solda:) Kolay kolay yolunuzun düşmeyeceği bir yer, tabi erkek arkadaşınız Kütahya'da asker değilse:) Bir kasap köftesi var ki daha iyisini henüz yemedim. Bir kabak tatlısı var ki her lokmada havai fişekler çakar. Bir yoğurdu var ki diğer yoğurtlar kaçacak delik arar karşılaştırdığınızda.



Çınar Restaurant: Marmaris'te. Gideli 10 seneden fazla oldu. Hala orda ettiğim kahvaltıyı anlatıp duruyorum. Sacda pişen sıcacık ekmekler gelir ayağınızda bir ördek vakvak gezinirken, sıcacık ekmeğinize tereyağınızı sürerken yanınızda sular şırıldar, peynirin, reçelin tadı bambaşkadır. Zaten Mehmedim Yaşinim de buraya gitti test etti onayladı:)


Mercan Kokoreç-Midye: Geçen haftasonu keşfetik burayı. Hep önünden geçerdik de girip yememiştik hiç. Midye tavası bir harika, kokoreci kokoreç yemeyen bana bile yedirten cinsten amaaaa bir dondurmalı irmik helvası var ki. Dur yolcuuu! Bunu yemeden Kadıköy'de gezme. Misler gibi süt kokuyor, sıcacık dumanı üstünde. Damak çatlaması ne demek yarılır yarılır:)


Kadıköy büfeleri: Onlardan bahsetmezsem olmaz. Ben şuna inanırım: "En leziz yemekler en hijyenden uzak olanlardır." Bu büfelerden yediğim tostun, sosislinin, balık-ekmeğin lezzetine en lüks restaurantlarda rastlamadım. Otobüse, vapura binmeden 2 dakkada hüplettiyoruz genellikle. Çok çok lezzetliler. Ama hijyen kısmını düşünmediğiniz sürece:)

Ayy yoruldum vallahi:) Bu mide guruldatan mimi Aphraell'e, Pretty'e ve Haydins'e paslar un kurabiyesi yemeye kaçarım. Adios!

9.04.2010

Ooooo paprika paprika


Maggi paprikalı çeşniyi aylar aylar önce, ilk çıktığında almıştım. Mutfaktaki ıvır zıvır çekmecesine atmışım, öyle kalmış. Haftasonu karşıma çıkınca bir şans vereyim dedim. Fotoğraf çekmek aklıma sonradan geldiği için paketi kafası kesilmiş halde görüyorsunuz:) Pişirme poşeti duruyor normalde çeşninin üzerinde.


Yapılışı çok basit. Tavukları poşete doldur, üstüne çeşniyi dök, ağzını bağla, pişir. Yemek yapmayı bilmeyenlere ya da fazla uğraşmak istemeyenlere hitap edecek bir ürün. Ben tavukların yanına patates de attım. Patatesler tavuktan daha lezzetli oldu.


Bundan sonraki denememde baget değil de parça tavuk kullanacağım. Ailece yemek yerken kemikle uğraşmaktan hoşlanmadığımız kanaatine vardık:) Bir de sevgili Nestle Ar-Ge çalışanları, çeşninin acısı çok hafif kalmış. Benim gibi ruhuna İbrahim Tatlıses kaçmış bir acıseveri pek tatmin etmedi. Haydi bunun bir de acılısını çıkarıverin. Hadi be hacı be:)

7.04.2010

Madalyonun öteki yüzü



Daha önce öğrencileri eleştirmiştim. Olayın hoca tarafındayım diye tek taraflı bakacak değilim tabi, işin bir de yeni nesil hoca tarafı var. Bu yeni nesil hocalar, hadi onlara hocacık diyelim, kendisi de 2 sene önce o sıralarda, o laboratuarlarda olan kişiler. Ama sanki yüzyıllardır hocalık yapmış, bilim dünyasında çığırlar açmış, her şeyi biliyormuş havalarındadır bu hocacıklar. Öğrenciye yardımcı olmaz, soru sorsa tersler, sınıftan atar, raporlarında bir harfi yanlış yazdı diye puan kırar. Derse girdiği an kral odur, öğrenciler mi? Amaaan onların ne değeri var ki?

Bu hocacıklardan biri de benim. Ama geçmişini unutmayanlardan. Sınav anında yaşadığım stresleri, hocalardan çekinmemi, 5 puan daha fazla alabilmek için verdiğim emekleri... Hepsini hatırlıyorum. O günleri unutmamışken nasıl kıyabilirsin ki onlara? Nasıl bağırabilirsin, onlar üzerinden nasıl egonu tatmin edebilirsin?

Haa,o kendini supermen hisseden hocacıklar var ya. Dersten çıktığı, hoca maskesini çıkardığı an bir anda pıs diye sönüveriyorlar. Gidip bir şey sorduğunda kem kümden fazlasını alamadığın, ikili ilişkileri zayıf kişiler oluveriyorlar. Empatiden yoksun oldukları için sempatiden de uzak oluyorlar. Ben mi?Sanırım ben de gereğinden fazla empati kuruyorum. Yardımcı olayım, iki bilgi daha fazla öğrensinler, 3 puan daha fazla alsınlar diye göbeğim çatlıyor. Egom mu? O tatmin olmuyor tabi. Ama geçen seneki öğrencilerim beni gördüklerinde kocaman gülümseyip selam vermiyorlar mı? İşte o an bana yeter:)

5.04.2010

2009 güzeldi çünkü...



Silkindim, kendime geldim ve birikmiş mimlerimle karşınızdayım. İlk mim Nilocan'dan. Soruyor "2009 neden iyi geçti?" Ben pek sevmemiştim 2009'u ama düşünelim bakalım elbet iyi şeyler gelmiştir başıma.

-2009 daha ilk ayında abimin illet hastalığını tekrar hortlatarak bize ilk golünü attı. Ama hastalığı 2. kez yenmesi, hastalığın tekrar ortaya çıkmasıyla akıllanıp hayatına çeki düzen vermesi, tüm ailenin sigarayı bırakması 2009'un bize armağanıydı. Kötü bir olay iyi sonuçlarla geçip gitti.

-2009'un yine ilk ayı. İçime nerden düştüyse yazma sevdası, blogumu açıverdim. Çok doğru, çok güzel bir karardı benim için. 2009'da iyi ki başıma gelmiş dediklerimden.

-2009'da sıralara geri döndüm. Hala sorguluyorum doğru bir karar mıydı diye. Ama tekrardan öğrenci olmak, tek sorumluluğumun ders çalışmak olması, ders arasına çıkmak, hocaları çekiştirmek güzeldi. Şu an çok baydı, çaktırmayın:)

-2009 yazı... Geceleri uyuyamadığımda gözlerimin önüne getirdiğim harika bir Bodrum tatili yaptım. Düşündükçe şezlongta yatarken duyduğum sesler, güneşin sırtımı ısıtışı, dalgaların sesi, her şey zihnimde canlanıyor. Çok güzeldi çok.

-2009 Eylül. En yakın arkadaşımın evlenmesi. Hala bu düşünceye alışabilmiş değilim. 15 sene önceki küçük kız zannediyorum hala onu. Ama onu gelinlik içinde görmek, son gecemizde yıllarca beraber yattığımız çekyatlarda kikirdeşmek, İzmir havası solumak, boyoz yemek... Güzel demek az kalır harikaydı!

-2009 overall... Bana çok güzellikler sunmadı. Dönüp baktığımda vay be süperdi dediğim yıllardan biri değil. Ama benden çok şey götürüp üzmedi de. Orta şekerli, sevinç taklaları attırmayan, fazla gözyaşı da döktürmeyen bir yıldı.

2010... Bak senden hala ümitliyim. Adam ol, hizaya gel başla bana güzelliklerini sunmaya:)

2009 fizibilite raporunu sunmak üzere şimdi kürsüye sevgili arkidişlerim Pretty, Gülay, Juvecan ve MissEinstein'i davet ediyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkürler!