31.10.2009

Erkeklerin modaya bakışı


Etrafımdaki canım kadar sevdiğim erkeklerin Ugg botlar ve yağmur botlarıyla ilgili yorumları:

Sahne 1:
Kız erkeğe vitrindeki Uggları gösterir.

Erkek: Çok çirkin
Kız: Ama çok rahatlar
Erkek: Bana göre de don rahat, donumla mı geziyorum? Rahat diye bu çirkin şeylerle gezilir mi?

Sahne 2:
E: Şu plastik botlar var ya.
K: Hıı, yağmur botları
E: Onu moda yapan diyordur ki "Ulan aldım amele çizmelerini boyadım, üstüne de 100 lira etiket koydum. Yuttular moda diye, herkesi amele çizmesiyle gezdiriyorum."

Sahne 3:
Okulda metrekareye 10 Ugg giyen kız düşmektedir. Yeni aldığı Ugg'ını hevesle olay kahramanına gösteren kız şu tepkiyi alır

E: Bu sene kimlik kartı kullanılmıyormuş zaten okula girmek için. Ugg'ını okutacakmışsın girerken.

Sahne 4:
E: Bu Ugg dedikleri botlar var ya
K: Evet var
E: Bence aynı Kermit'e benziyor!

Erkeklerin düz mantığını seviyorum:)

29.10.2009

86 yıllık yuva...


Kendi canından olan çocukları anne-babalarını unuturken biz 71 yıldır babasını unutmayan milyonlarca çocuğuz. Huzurla oturduğumuz, kimselerin temelini yıkamadığı yuvamızın 86. senesi kutlu olsun. Liderimiz, Ata'mız, babamız... Sen yerinde rahat uyu. Çocukların kurduğun yuvanın her zaman bekçisi olacak!

28.10.2009

Visit us again Tess:)

Blogumun ilk yazılarından biri Tess Gerritsen ile ilgiliydi. Kendisi benim en sevdiğim, kitaplarını okumayıp içtiğim bir yazardır. Ne yazık ki kitaplarının hepsi Türkiye'de bulunmuyor. Türkçe'ye çevrilmesini geçtim orjinalleri bile yok ortalarda. Neyse efendim, geçen gün Tess'in sitesinde gezinip okuyamadığım kitaplarına melül melül bakarken üstte bir link dikkatimi çekti. "BLOG"!

Tess'imin blogu da varmış. Hemen ışınlandım tabii ki. En son postunda muhteşem bir haberle karşılaştım. Ayıla bayıla okuduğum Jane Rizzoli-Maura Isles serisi dizi olacakmış. Hatta Jane Rizzoli'yi oynayacak aktrist belli olmuş. Gördüğüm an şok oldum çünkü kitabı okurken kafamda canlandırdığım yüz ile birebir aynıydı seçilen aktristin yüzü. Vay be ne hayal etmişim dedim:)

Diğer yazılarına da bakarken güzel bir sürprizle karşılaştım. Tessciğim meğer bu yaz Türkiye'ye gelmiş. Köşe-bucak gezmiş Türkiye'yi. Nasıl sevmiş, nasıl güzel anlatmış benim güzel ülkemi. Her kelimesinde Tess'i bu kadar sevmemin boşa olmadığını anladım. Demiş ki: "Türkiye'ye gideceğimi duyan herkes orası güvenli değil dikkat et dedi. Oysa ki çok güvenli bir ülke. Paris'e her gittiğimde ya ben ya arkadaşlarım kapkaça uğradık, Türkiye'deyse öyle bir şey olmadı henüz." Ah canım benim, aslında oluyor da çaktırma sen:) Bir de evinin önünde oturan 3 çocuğa annelerinin yemeleri için cips değil üzüm vermesine şaşırmış. Bu tepki Amerikalıların neden obez olduğunu açıklıyor herhalde:)


Keşke bir imza günü düzenleseydi geldiğinde de elimdeki bir yığın haline gelen kitaplarını imzalatsaydım ona. Bunu saymam bir daha beklerim Tessciğim. Bak üzüm de veririm sana, yeter ki gel:)


Fotoğraflar: Tess'imin Blogu:)

25.10.2009

Bel fıtığı: 0532....

Başlık biraz komik ama bugün bahsedeceklerim pek iç açıcı şeyler değil. 2008 Eylül ayından bu yana belimde nur topu gibi bir fıtığa sahibim. Egzersizle, fazla zorlamadan, suyuna giderek hareket etmeyle gül gibi anlaşıp gidiyoruz kendisiyle. Ama 3 saat yürüyüp yine de yorulmak nedir bilmeyen eski beni ara sıra özlemiyor değilim. Artık 1 saat yürüyünce sol bacağım çekmeye başlıyor, zıplaya zıplaya gidiyorum:)


Blogda eski işyerimi pek iyi (!) anıyorum biliyorsunuz. İşte o güzel anmalarımın sebebini belimde taşıyorum. Eski iş yerimde amirimin mantıksız isteklerine "Ama bu çok mantıksız, neden böyle?" diye karşı çıktığım için kimyasal deposuna sürülmüştüm. Evet ben kimya mühendisiyim, evet teknik üniversiteden mezunum, evet ileri düzeyde İngilizce biliyorum ama özel sektörde amirinin her dediğine "Evet efendim, sepet efendim" demediğiniz takdirde kendinizi bir anda depo elemanı olarak bulabiliyorsunuz. Depoya mal tesliminde taşıdığım 20 litrelik koliler, 10ar kiloluk kimyasallar sonucu belim fırtlayıverdi:) İlk başta bel ağrısı diyip geçiştirdim ama zamanla topallamaya ve sonunda da sol bacağımı kullanamamaya başladım. Doktor şikayetlerimi dinlediği an teşhisi koymuştu zaten, fıtıktım. Keza MR sonuçları da fırtlayan yeri gözler önüne seriyordu.



Fırtık belimle ben elimizde raporumuz İK müdürüne gittik. Dedim böyle böyle, ya başka pozisyona geçeyim ya da ayrılacağım ben, bu belle orda çalışamam. Çok sevimli (!) İK müdürü aynen şöyle dedi: "Bel fıtığının bu fabrikada olduğu ne malum? Hapşırırken oldu belki hahahahayyt". Pozisyonumu değiştirmeyince ben de istifa dilekçemi verdim. Onaylamadılar!! Amerika'dan gelen denetçiler nedeniyle İngilizce bilen elemana ihtiyaç duyduklarından 1 ay daha aynı pozisyonda çalışmam gerektiğini söylediler. Babam hemen avukat arkadaşını aradı ve İş Kanunu'nun bana kapı gibi istifa etme hakkı verdiğini öğrendik. Noter onaylı "İş Kanunu'nun bana sağladığı filanca madde gereğince..." diye başlayan istifa dilekçemi alınca "Ay canım, biz öyle demek istememiştik. Tabii ki sağlık daha önemli" diye kıvırmalara girişti değerli İK müdürü. Arkamdan toplantı düzenleyip "O kız hayatı boyunca hiçbir işte tutunamaz. Fıtık oldum diye işten mi ayrılınır?" dediklerini duydum sonra da.

Şimdi egzersizlerimi aksatmadığım ve zorlamadığım sürece iyiyim. Bir işin bedenimde kalıcı bir hasar bırakmasına izin verdim. İşte bu sebeple iş hayatını hep kötü anıyorum. Her firmaya acaba o beni neremden yaralayacak gözüyle bakıyorum. Biliyorum her firma böyle değil ama sütten öyle bir dilim yandı ki yoğurt bile yiyemiyorum:)

Görseller: Kaynak

24.10.2009

Lindsay, tevellüdün kaç?


Bu fotoğrafları gördüğümde ilk tepkim "Aaa ben Lindsay'i 20lerinde biliyordum, yanlış biliyormuşum" oldu. Açtım imdb'yi yaşına bakmak için, doğum tarihi 1986!! Yani fotoğraflarda gördüğünüz kişi 23 yaşında! Benim gördüğüm ise 40lı yaşlarında olup 20lik görünmeye çalışan, bol botoxlu bir teyze. Uyuşturucu, alkol, düzensiz yaşamın sonuçlarını gençlere göstermek isteyenler Lindsay'nin 5 sene önceki haliyle bu halini yanyana koysalar amaçlarına ulaşırlar. O kadar çöktü birkaç yıl içinde.


Ojesinin kenarı azıcık bozulsa silip tekrar süren bünyeme tırnaklar da pek bir ağır geldi. Feci çok feci!

Fotoğraflar: JustJared

22.10.2009

Motivasyonumu kaybettim, hükümsüzdür!


Şu an önüme alıp notlarımı, kitabımı ders çalışıyor olmam lazımdı. Oysa ben aldım laptopımı kucağıma, açtım "Ben bir anneyim" programını (hıhı evet, çok alakalıydı zaten seninle), o blog senin bu blog benim geziyorum. Ey gidi tembel teneke Çilli, sen ki bir zamanlar doğumgününde 11 saat ders çalışan, 300-400 sayfalık notları su gibi okuyan, sınavlardan önce her satırı ezbere bilen biriydin ne hallere geldin cicim sen?

Üniversitedeyken 50-60 yaşlarında bir amca afla bizim bölüme geri dönmüştü. Ne yazık ki okul macerası sadece 1 ay sürmüştü. İlk vizelerde tekrar bırakmıştı okulu. Üzülmüştüm o zaman, keşke biraz daha zorlasaydı, çalışmak zor değil ki derslere demiştim. Ne büyük konuşmuşum? Yaş ilerleyince beynin alabileceği ders kapasitesi azalıyormuş. Şimdi 20 sayfa okusam pes ediyorum. Benim bu hayattaki derse girme, ödev yapma, sınava çalışma kotamın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Her hücrem çığlık çığlığa "Akademik kariyer senin neyine. Biz ders çalışmak istemiyoruz sahip" diye bağırıyor. Dönemin bitmesine 8 hafta, gireceğim 6 sınav, yapacağım yaklaşık 15 ödev var. Ha gayret kızım, dayan! (Arka fonda Eye of the Tiger çalıyor farz edin arkidişler:))
Fotoğraf: Kaynak

21.10.2009

Teşekkürler Flormar

Makyaj uzmanı değilim ama makyaj malzemesi tutkunuyum. Çocukluğumda bebekler benim için neyse şu an rujlar, rimeller, allıklar aynı şey. Bu sabah Flormar'ın paketi kapıma geldiğinde onlarca bebek kucağıma konmuş gibi hissettim. Bu güzel jest için Flormar Marka Müdürü Elif Karayiğit'e bir kez daha teşekkür ederim.

Bugün ayna karşısında denediğim her üründen memnun kaldım. Dahası bir yerel firmanın en az yabancı menşeili markalar kadar iyi ürün çıkarabilmesinden gurur duydum. Umarım bu başarılara erişebilen bir çok yerel markamız olur. Yurtdışında yaşayanlar üzülür ve "Aaa Flormar Türkiye'de çok uygun fiyata satılıyormuş. Keşke Türkiye'de yaşayabilsem" dedirtiriz onların bize çoğu zaman dedirttiği gibi.

Ürünlere gelecek olursak, benim kalite kontrol laboratuarım burnumdur. Bir ürünün kalıcılığından, renginden öte kokusudur beni kendisine çeken ya da iten. Koruma bandını açar açmaz tüm ürünleri kokladım ve hepsine "Onaylandı" damgasını bastım:) Ne keskin bir kimyasal ne de parfüm kokusu geliyor burnunuza.


Fotoğrafta gördüğünüz göz makyajında Flormar Waterproof Eyeliner ve Turbo Boost Volume Mascara kullandım. Maskara vaat ettiği "boost" u kesinlikle sağlıyor:) Siyah kalem insanı değilim ama bu kalemi rahat sürümü nedeniyle beğendim. Ayrıca far da Flormar, o bende vardı ama önceden:)



Ürünler arasında favorim Supershine ruj (No:503) oldu. Evet, bildiniz ben bir ruj insanıyım:) Flormar'ın rujunu altına nemlendirici sürmeden denedim. Sürmeme de gerek yokmuş, kendisi nemlendirmeyi de sağladı. Diğer renkleri de makyaj çantamda kendilerine mutlaka yer bulacaklar. Supershine Lipgloss (No:122) ışıltısıyla, dudakta duruşuyla, fırçasıyla ve kalıcılığıyla "Onaylandı" damgasını vurduklarımdan:) Fotoğrafta solda glossu, sağda ruju görmektesiniz.

Gelelim ojeye. Bu ojeyle (Supershine serisi, No:22) ilgili tek bir şey söyleyeceğim ve hepiniz koşup alacaksınız:) Hepimizin evinde üçer beşer bulunan Flormar 319'un hemencecik kuruyanı, daha parlağı. Haydi şimdi koşabilirsiniz:) Ya da pamuk parmaklar buraya.

Flormar'a bu güzel jestinden ötürü bir kez daha teşekkür ediyorum. Hepimizin göğsünü kabartan bir Dünya markası olabilmeniz dileğiyle.

19.10.2009

Çilli'den mektup var!



Sevgili okuyanlarım, arkadaşlarım,

Siz bu satırları okurken ben bir iş görüşmesinde ecel terleri döküyor olacağım. Çok ümitlendiğim bir iş değil zira firma çok büyük. Girmek için ağzınızla kuş tutmanız gereken yerlerden. Deneyim olsun, ofisleri nasılmış bir göreyim, onlarla da görüşmüş olayım bari düşünceleriyle gidiyorum mülakata. Siz yine de bana dua edin, bakarsınız şansım döner. Çıkmaz demeyin şansınızı deneyin:))

Dün akşam haberlerde bu videoyu gördüm. En sevdiğim türküyü öyle bir seslendirmişler ki izlerken tüylerim diken diken oldu. Düşünenin, hayata geçirenin, söyleyenin, çalanın emeğine sağlık. Ben yokken dinleyiverin gari:)

Şu an büyük olasılıkla şu sorulara cevap veriyorum.

- 5 sene sonra kendinizi nerede görüyorsunuz Çilli Hanım?

-3 olumlu 3 olumsuz özelliğiniz nedir Çilli Hanım?

-Arkadaşlarınıza sizi sorsak ne derler Çilli Hanım?

-Neden biz?Neden siz?Neden zart?Neden zurt Çilli Hanım?

Öptüm sizi şekerler:)

Not: Totem yaptım, daha önce olumlu sonuçlanan 2 iş görüşmesinde giydiğim kıyafetlerimi giydim. Hadi bakalım:)

16.10.2009

Stila sen de büyüksün:)

Tanıştırayım efendim, yeni cicilerim:) Bu yazımda bahsettiğim indirimin ganimetleri karşınızda.


Ürünlerin hepsine tek kelime ile bayıldım. Rujun rengini görüp de çok koyu demeyin sakın, o kadar hafif o kadar güzel bir renk veriyor ki. Kendi rengiyle alakası yok:) Illuminating Finishing Powder, benim tenime koyu kaçtı. Zaten ben allık niyetine almıştım, allık olarak kullandığımda çok güzel durdu. Swatchta en üste olan kendileri. Trio farı da bugün denedim, pigmentasyonu çok iyi. Ahahah, bu cümleyi tamamen attım:) JustMakeup ve Makyaj Çantam'dan araklama bir cümle:) Sizi seviyorum kızlar:)


Bu setin assolisti kesinlikle güzeller güzeli çanta. Sadece o çantaya bile 25 lira verilir. Hala almayı düşünüp kararsız kalanınız varsa hiç düşünmesin derim. İndirimde son 2 gün:)

Not: Swatch tam bir imrenme ürünüdür. Tüm makyaj bloglarını öperim:)

15.10.2009

Ben, Jerry... Büyüksünüz abiler:)

Yiyecek alarmı! Yiyecek alarmı! Karnı aç olan kaçsın! Karnı aç olan kaçsın!

Uyarımı dikkate almayıp okumaya devam ettiyseniz ya toksunuz ya da delisiniz demektir:)

Bugünkü oburluk temalı yazımızın konusu Ben&Jerry's dondurmaları. Türkiye'ye pek fiyakalı şekilde girip, fiyatlarından dolayı herkesin buzdolabına giremeyen pek bir leziz, pek çeşitli dondurmaları var Ben&Jerry's in. Ama Türkiye pazarına sonradan giren her ürünün başına gelen "yüksek fiyat koyalım ki lüks bir şey sansınlar" mantığı bu güzelliklere de uğramış. Algida'nın 700 ml'lik paketi 7 lira iken, Ben&Jerry's in 150 ml'si 6 lira. Bu ikisi aynı hatta üretilmelerine rağmen böyle bir fiyat farkı tamamen pazarlama harikası:)

Neyse, ekonomi dersini bir kenara bırakıp gastronomi ile devam edelim:)Carrefour'daki 1 alana 1 bedava kampanyasını değerlendirip bir adet Chunky Monkey bir adet de Chocolate Fudge Brownie'yi attım sepete. Chocolate Fudge Brownie'nin arada ağzınıza gelen çok lezzeti brownie parçaları dışında bir numarası yok. Bildiğimiz çikolatalı dondurma. Ama Chunky Monkey, ah Chunky Monkey, yerken maymun eder insanı:) Cevizli dondurmasını mı anlatsam çikolata kaplı muz parçacıklarını mı kocaman cevizleri mi? Olmaz böyle bir lezzet!

Eskiden Sagra Specialler vardı hatırlar mısınız? Gerçi hala tek tük var sanırım. Orada çikolata kreması satılırdı bir musluktan. Sıcak sıcak. Yoğurt kabını kapan gelirdi. Çocukken hayalim o musluğun altına ağzıma dayamaktı. Hala aynı hayale sahibim. Ama yanına Chunky Monkey üretim hattına boylu boyunca uzanıp bütün gün dondurma yeme hayali de eklendi:)

14.10.2009

Kültür TV hayal kırıklığı!!


Kültür TV'den almış olduğum kitaplarım birkaç hafta önce geldi. O kadar sevinmiştim, o kadar mutluydum ki. Arka kapaklarını okuyup duruyordum. 7 kitap sipariş etmiştim. Beşi benimdi. Kültür TV 6 tanesini tedarik edebilmiş. Olabilir, bulamamışlardır dedim. Daha önce olumlu izlenimlere sahip olduğum için kötü bir şey getirmedim aklıma.

Tedarik edilemeyen kitabın ücretini de havale etmiştim ben. Kargoda kitap çıkmayınca hemen mail atıp ücretin hesabıma iadesini talep ettim. Cevap yok! Bir daha mail attım. Cevap yok! Mail attığım adres sipariş ve ödeme öncesi attığım her maile anında cevap veren adres. Yani para bendeyken anında cevap veren, para onlara geçtiğinde "Mailiniz bize ulaşmıştır." diye uyduruktan bir otomatik mesaj bile atmayan bir adres.

Blogumda bir siteyi, ürünü tavsiye etmeden önce kendim test etmeyi tercih ediyorum. Kültür TV ile yaptığım önceki alışverişimde hiçbir sorun yaşamamıştım. Buna güvenerek size önerdim. Şimdi öyle mahcubum ki size karşı. Ya siz benim tavsiyeme güvenip yüklü bir alışveriş yapsaydınız ve şu an yaşadığımı yaşasaydınız? Kitabın ücreti 10 lira, yani bir şey değil. Ama bu yaklaşımı anlayamıyorum ve daha önce çok memnun kaldığım Kültür TV'ye bunu yakıştıramıyorum. Ben bir müşteriyim ve müşterinin bir sorununa çözüm bulmaktansa suskunluk tercih ediliyor. Kültür TV'den bu sorunu aydınlatıcı bir açıklama ve bir özür bekliyorum. Bana gelen maillerden biliyorum ki birçok kişi o siteyi benim blogumdan görüp alışveriş yaptı. Benim ise başıma böylesine saçma bir şey geldi. Çok mutluydum böyle bir site var olduğu ve tutkunu olduğum kitapları yarı fiyatına alabildiğim için. Şimdiyse kocaman bir hayal kırıklığı yaşıyorum!

13.10.2009

Bu indirim kaçmaz:)


Strawberry.net'te her sene bu tarihlere denk gelen süper bir indirim var. Bonus Packs yani hmm şeyy Türkçesi:) Makyaj-cilt bakımı setleri indirimi diyelim en iyisi. Benim yolunu dört gözle beklediğim bir indirimdi bu. Hem setler çok güzel hem de fiyatlar tek bir ürünün fiyatından bile düşük. Ayrıca bu indirimi beklememin bir diğer nedeni de hediye stoklamak:) Yaklaşan bir doğumgünü olmasa bile bir set alıyorum ki sonra küt diye çıkan bir kutlamada hediye telaşına düşüp abuk sabuk bir şeyi dehşet bir fiyata almayayım diye. Nasıl? Zekice değil mi:))

Bu seneki indirimden kendime Stila'nın bu setini hediye aldım. Geçen sene de Lancome'un setini almıştım ki çok memnunum kendisinden. Tavsiye ederim. Hmm, kaçınız hemen siteye ışınlanıp kendine hediye almayı düşünüyor bakayım. Kalksın parmaklar:)

12.10.2009

Bu nasıl doktor?



Doktorum diye bir program başladı bu sezon KanalD'de. Fikir şahane, her gün belirli bir hastalığı uzmanlar tartışacak, anlatacak. Hastalar yaşadıklarını paylaşacak. Ülkenin her yerinde her isteyen doktora gidemiyor. Doktoru bulamayan ayrı doktora gidecek parayı bulamayan ayrı. Televizyon ise artık her evde. Böyle düşününce, her gün uzman doktorların hastalıklar konusunda bilgi vermesi çok iyi bir fikir gibi gelmişti. Ama hiç de düşündüğüm gibi çıkmadı.


Programa ne kadar "Bak şu küçük dağları ben yarattım" edasında doktor varsa toplamışlar. En iyi doktor onlarmış, en çok bilgiye onlar sahipmiş, sağlığı bile onlar keşfetmiş havasında giymişler beyaz önlüklerini, mavi cerrah kıyafetlerini gerim gerim geriniyorlar. Biri anlatıyor bir hastalığı powerpoint sunumuna, grafiklerine, tablolarına baka baka. Sonra bir teyze söz alıyor: "Hocam" diyor "Benim annem, babam, teyzem, kızkardeşim kanserden öldü. Bende de olacak biliyorum. Önlemek için ne yapabilirim?" Programdaki o kadar doktordan ne bir geçmiş olsun, ne bir başınız sağolsun yok. Böyle görgü, incelik beklerken ben slaytların önündeki süper kahraman, dünyayı kurtaran adam, pek muhterem doktor şöyle diyor: "Sen beni ne biçim dinlemişsin? Ben sunumda ne dedim? Grafiğe bak grafiğe, genetik faktör görüyor musun burda? Bak söyle bana, kanser sebepleri arasında genetik faktör var dedim mi?" Ailesinden birçok kişiyi kaybetmiş, kanser korkusu yaşayan teyze sözlüye kalkmış bir ilkokul öğrencisi gibi başını önüne eğip kendince birşeyler söylüyor.


Bu programın amacı sağlık konusunda izleyenlere yardımcı olmak mı yoksa sağlık konusunda sözlü yapmak mı? ÖSS'de yüksek puan almak, 10 sene çok ciddi bir eğitimden geçmek, insanlara en değerli varlıklarını "sağlıklarını" vermek kendinizi Tanrılaştırma hakkını size nerden veriyor ey Doktorlar! İnsanla en çok ilgilenen meslek grubunun insaniyetini en çok yitiren grup olması ironi değildir de nedir? Çok zor şartlarda, devlet hastanelerinde çalışanları bir yere kadar tolare edebiliyorum da özel hastanede, kendi muayenehanelerinde çalışıp da dünyanın parasını kazanan, üstüne bir de TV programı yapan bu doktorların 70 milyon karşısında (hıhı evet, 70 milyon izliyor onları!) bir geçmiş olsunu hastalardan esirgemelerini, ukalalıklarını başkalarını azarlayarak sergilemelerini kabul edemiyorum.

Fotoğraflar: KanalD

10.10.2009

Nere mi nere mi?



İnanılmaz bir benzetme huyum var. Birini ilk kez göreyim, ilk tepkim "Aaa birine benziyor" oluyor. Sonra kime benzettiğimi de bulamıyorum, düşün Allah düşün kime benziyor diye. Ünlü dünyasını da birbirine benzetmeye başladım bu aralar. Jessica Simpson'ı ne zaman görsem bizden birilerine benziyor diyordum. Bu fotoğrafı görünce jeton düştü. Jessica Simpson bildiğin Banu Alkan:)

Benzetmeyi kaş,göz, saç olarak yapmıyorum. Yansıttıkları enerjiler, kendilerini hep güzel bulmaları, kumaş dolamayı giyinme sanmaları yaratıyor bu benzerliği. Bundan 20 sene sonra Jessica Simpson "Ben 90-60-90'ım" diye gezmeye başlarsa hiç şaşırmam:)

Not: Yıllar evvel Jessica Simpson ile Nick Lachey'nin evliliğini konu eden reality showda Jessica vücudunun bozulmasından korktuğu için çocuk sahibi olmak istemediğini söyler dururdu. Daha aylar önce doğum yapan kardeşi incecikken kendisi etli butlu. Ne oldum demeyeceksin Jessica:)


Fotoğraf: JustJared

8.10.2009

İçecek değil tatlı tatlı!

Uzun zamandır yeme-içme yazılarına ara vermiştim. Sanmayın ki oburluğumu biraz dizginledim, eskisi gibi her şeyi canım çekmiyor. Performansımdan hiçbir şey kaybetmedim maşallah:) Yine aynı obur Çilli'yim:)

Bu verdiğim "oburluğunu ifşa etmeme" arasında yeni bir sürü mama keşfettim. Şimdi bir bir onları yazıya dökme vakti. Bu aralar yemek blogu şeklini alabilirim, beni tokken okumanızı öneririm efem:)

Gelelim bu yazının kahramanına. Garibime McDonalds milkshake demiş ama bence haksızlık etmişler. Kahveli Milkshake diyince aklınıza içecek gelir değil mi? Ama yook, bu içecek değil işte. Gayet kıvamlı, sıvıdan çok katıya yakın bir yapısı var. İçecek gibi hafif değil, tadı okkalı. Menünün, tatlının yanına içecek olarak alan şeker komasına girebilir. Başlı başına bir tatlı olmuş bu kahveli milkshake. Bir kıyaslama yapacak olursak, Starbucks'ın Frappucinolarına hiç mi hiç benzemiyor. Frappucinoda bir yerden sonra beni baymaya başlayan yağlı tat bunda yok. Fiyatı da yarı yarıya. McDonalds'ın önünden geçerken beni hatırlayın ve bir kahveli milkshake için arkidişler:)

6.10.2009

Yeter ki sağlık olsun...


Bazı şeylerin değerini kaybetmeden anlamıyoruz ya, sinir oluyorum bu halimize. Haftasonu şiddetli bir rahatsızlık geçirmem mi gerekiyordu sağlığın insanın hayatındaki en büyük nimet olduğunu hatırlamam için?

Cumartesi gecesi 11'de "Anaam, karnıma bişeyler oluyor ya" cümlemle başladı her şey. Ardından mide bulantısı, vücudumda ağrı ve kasılmalar, yüksek ateş, şiddetli titreme krizleri, baş dönmesi... Ne ararsan var durumuna geldim. Babam hep derdi "Gecenin uzunluğunu hasta bilir" diye. Gece çok uzunmuş a dostlar. Uyumaya çalışmak bile acı verirken öyle uzun geldi ki saatler. Ateşten dolayı bir yerden sonra gerçek-rüya ikilemine ve sayıklamaya terfi etmişim:) Tam hatırlamıyorum, tek hatırladığım şu. Yattığım pozisyonda kendime matematiksel modelleme yapabilmek için yarıçapımı nereye göre alacağımı hesaplamaya çalışıyordum:)))

Pazar sabahı soluğu acilde aldık. Mis gibi iki serum, bir iğne sonucu yürüyebilecek kıvama geldim. Ama ateşim devam ettiği için pazarı da yarı uyur yarı uyanık vaziyette geçirdim. Doktorun teşhisi bağırsak enfeksiyonu. Ama ne kusma ne de ishal var. Bakteri kardeşler bağırsaklarıma yerleşmiş parti yapıyorlarmış. Vay serseriler vay:)

Pazartesi sabahı ise sihirli değnek değmiş gibi hastalıktan kurtulmuş vaziyette uyandım. Ama bir güncük hastalık bile bana yetti. Acı çekmeden oturmak, uyumak, iştahla yemek yemek, söyleneni anlamak çok büyük nimetmiş. Allah tüm hastalara şifa versin. Çaresiz hastalıklardan hepimizi korusun.

2.10.2009

Hadi canım, hadi güzelim sağdan sağdan!

Ey yapımcılar! Gördüğünüz her mavi gözlüyü Atatürk mi sandınız? Nedir her sene çıkan yok şu Atatürk'ü oynayacak yok Atatürk'e en çok ben benzedim haberleri? Bir rahat bırakın, bir benzemeye çalışmayın Ata'ya.


Kimmiş son Atatürk çakması? Halit Ergenç!!! En Recep İvedik ruh halimle "Hadi leyyn" demek istiyorum kendisine. Nedir sahip olduğu? Bir çift mavi göz. Kurbağa formunda! Eee, İsveç'te herkeste var o göz. Tüm İsveçliler Atatürk'ü oynayabilir mi yani?


Daha önceki örnekler daha da vahim. Bir Sümer Özgü var ki gece rüyama girse annemlerin odasına kaçarım. Eğer seçmeye mecbur bırakılsaydım şu ana kadar ki Atatürk denemelerinden sadece Haluk Bilginer'i seçerdim. O olmaya en fazla yaklaşan, gördüğümde tüylerimi diken diken yapan o. Diğerleri fazlasıyla tırt! Halit Ergenç? Atatürk? Pehh!

1.10.2009

İyi ki doğdun inci tanesi..



Günlerden bir gün blog müptelası olan ama hiçbir bloga yorum bırakmamış bir kız bir yazıya yorum bırakmış. O yazıya gelen yorumlar yüzlerceymiş. Bu kızın yorumu kumsaldaki bir kum tanesi gibi kalmış. Bir inci tanesi kumsaldaki o ufacık kum tanesini fark etmiş. Bir mail atmış kıza, demiş yorumunuzu çok beğendim. Kızın içi bir hoş olmuş o kumsalda ufacık bir kum tanesini görebilen bu inci tanesinin kelimelerini okurken.

Gel zaman git zaman bu kız kendi blogunu açmaya karar vermiş. Açmış açmasına ama yorum bırakan yokmuş bu bloga. Üzülmüş, kapatmaya karar vermiş. Ama o da ne? İnci tanesi aralamış istiridye kabuğunu, ışıltısını yansıtmış yine kıza. O ışıltıyı öyle sevmiş, öyle kendi gibi hissetmiş ki kız, onun yazılarını okumak, ona yorum bırakmak, mail atmak hayatının bir parçası oluvermiş.

Ve bugün o inci tanesinin doğumgünüymüş. İyi yürekli, renklerin en pembesi, güzel kalpli, abla, kardeş, arkadaş, güzeller güzeli anne... Pretty... Sanal denilen şu alemde en gerçek duyguları bana yaşatan prenses... Doğumgünün kutlu olsun canım benim. Hep mutlu, hep huzurlu, dupDURU,her anında güldüğün bir yaş diliyorum sana.